‘’El çek tabip yaram üstünden,
Sen benim derdime deva bilmezsin,
Sen nasıl tabibsin yoktur ilacın,
Yaram yürektedir, sarabilmezsin’’.
Bizi biz yapan, yücelten duyguların en büyüğü sevginin,
Kinayeli göndermelerle ifade bulduğu musikimizin,
Aşkı, ayrılığı, hicranı, vuslatı anlatan güftelerinde,
Sevgiliye kızgınlığı, tövbeyi, şefkati veya teselliyi anlatan sözlerinde,
Hekimler, hastalıklar ve iyileşme üstüne ne çok paydası vardır.
Henüz, o güzel şarkılara o anlamlı güfteler yapıldığı zamanlarda,
‘’Aman doktor, canım gülüm doktorduk’’ bizler.
Daha; toplumsal yozlaşmanın, indirgenmiş entelektüel bakışın,
Akıl tutulmasının, ruhsal hamlığın bu denli belirgin olmadığı günlerde,
O şarkılarda doktora, hekime serzeniş, inkisar yada tenkid varsa,
Tamamen yüce aşkına, sevdiğine kavuşamamayı anlatmanın,
Tatlı, espirili, derin bir teşbihiydi yapılan.
Her makamın anlatmak istediği duyguya, duygulanıma, coşkuya,
Mutlak bir hekimli, ilaçlı, devalı, yareli cümleler eklenir,
Adeta doktor ordaymışçasına, hep bir ağızdan söylenirdi.
Öyle ki; ‘’ olmaz ilaç sine-i sad pareme, çare bulunmaz bilirim yareme,
Baksa tabiban-ı cihan çareme, çare bulunmaz bilirim yareme’’ diyen
Bir hoş ulvi kabulle, sevgi dolu benzetmelerle bezeli günlerdi.
İslam medeniyetinde, Selçuklu ve Osmanlılarda, Cumhuriyetin ilk yıllarında,
Terennüm edilen şiirsel güftelerde çok önemli bir yeri olan,
Hasta, dert, şifa, derman, tabib, merhem, kan, can ve yâre gibi terimler,
İnsanımızın, bizim mesleğimize ve meslek erbabına olan,
Romantik, içselleştirdiği, kendine örnek aldığı bir bakış açısının ifadesiydi.
‘’Derdi hicrane tabibim bir deva bilmez misin,
Göz ucuyla bir nigah-ı aşina bilmez misin,
Hep cefa resmini talim etti üstadın senin,
Ey cefa cü, nidiğin semt-i vefa bilmez misin.’’
∞Ω∞
Ya dostlar, biz nasıl bu hale geldik,
Nasıl böyle devalüe olduk, değersizleştirdik sevgimizi bile.
Nasıl kendimizi hastalığın, derdin, yarenin uğramadığı bedenler,
Yıpranmadan, kocayıp deforme olmaktan bigane robotlar sanıp,
Ölümden, yok olmaktan böyle köşe bucak kaçar olduk.
Kaçarken de asıl sormamız, yarenlik etmemiz , güfteye almamız gereken,
Şifayı, dermanı, tabibi unutup, ne palavralara sarılıyoruz artık.
Oysa bizim geçmişimiz, tabibin ilacına bile gereksinim duymayacak,
Yaranın sarılmamasına empatiyle bakacak,
Derde derman, hastalığa şifa istemeyecek kadar tekamül etmiş,
Çığırmalara şiirler güftelemiş ataların diyarıydı.
‘’Derd-i ışkım def’ine zahmet çeker da’im tabib,
Şükr kim olmuş zahmet mana rahat nasib.’’
Ne kadar ileri bir uygarlık seviyesine erişirsek erişelim,
Ne kadar çabuk öğrenip, anlayıp, bilirsek bilelim,
Hayat bizim için ne kadar kolaylaşıp, görürsek görelim,
İş gelip dayanıyor yutakla kalp arası o için hissettiğine.
Dünya istediği kadar değişirse değişsin, evrilsin, devrilsin,
Üstümüzden ne kadar an, gün, yıl, yüzyıl çağ geçerse geçsin,
İş en sonunda kime kalıyor biliyormusunuz ?
‘’ Nasibi hicranmış, bahtı avare,
Neylesin derdini desinde yare ,
Yazılmış alnına böyle ne çare
Ezelden çileli gönül’’ e kalıyor dostlar…
∞Ω∞
İnsanın siyah ve beyazıdır, ötesi ve berisidir hastalık ve sağlık.
En basitinden ilahisine, en gerçeğinden platoniğine dek,
Aşk güftesi, bestesi yapan güzel insanların aklına ilk gelen,
Ey tabib olmuştur, can hekim olmuştur, aman doktor olmuştur.
Ama artık gün o gün değildir dostlar,
Hakikate inatla, neye inanacağına kendi karar veren insan için,
Bu hazıra konmacı, vurdumduymaz , benmerkezli çağda,
Salt kendisine aşık olup, kendini için sevmesinden başka yol,
Derinliğe, kabule, tevekküle gerek kalmamıştır.
Artık müziğin ve güfteninde buna uyumlu olarak değişmesiyle,
Zahmetsizce oluşan, ne idiğü belirsiz ifade ve sözcük gruplarının,
Makinelerce üretilen sesler eşliğinde oluşan müziklerinde,
Kişisel çıkara dokunan herşeye isyan, küfür, atarlanma, saydırmalarında,
Ne tabibe, ne yareye, ne ilaca ne de dermana ihtiyaç yoktur.
Halbuki öyle miydi dünyanın güzel yıllarında aşk ile tabib dostluğu.
‘’ Hançer-i feleğin ucu ciğerde,
Gittikçe artıyor bela bu serde,
Diyar-ı gurbette tutuldum derde
Gel tabib yaramı sar garip garip’’…