Atlantic Records’ın ardında bir Türk: Ahmet Ertegün

Müzik ve özellikle caz dünyasının tarihinde yaşamı, müziğe katkıları ile var olmuş bir isimden bahsedeceğiz bugün. Günümüzde efsane olarak andığımız isimlerin yaratılmasının arkasında ünlü bir Türk var. Ahmet Ertegün’ün adını belki pek çoğumuz duymuş olabiliriz ama hayatı ve müziğe olan katkıları ve kimleri var ettiği belki o kadar detaylı bilinmiyordur.

Flow Radyo olarak Ertegün’ün yaşamının ve albüm prodüksiyonlarının yanı sıra daha çok siyahi Amerikan müziğe olan ilgisine ve bu müziği nasıl parlattığına da bakmak istiyoruz. Bu nedenle bu hafta sayfamızı ona ayırdık.

Ahmet Ertegun at the Lenox Lounge in Harlem, 1997. (Norma Jean Roy, courtesy of Atlantic Records Archive)

Cumhuriyet tarihinin ilk bürokratlarından, döneminde İsviçre, Paris, Washinton büyükelçiliğini yapmış olan Münir Ertegün’ün oğlu olarak 31 Temmuz 1923’te İstanbul’da doğan Ahmet Ertegün, gerek aile yapısından dolayı gerekse kendisinden beş yaş büyük abisi Nesuhi sayesinde sanatın ve müziğin içinde bir hayat geçirdi. Abisi Nesuhi’nin Ahmet üzerinde büyük katkıları vardı hiç şüphesiz. André Breton ve pek çok siyahi caz müzisyeniyle arkadaşlığı bulunan Nesuhi oldukça geniş bir sanat çevresi içindeydi. Hatta ailenin Londra gezisinde Ahmet’i Duke Ellington’ın Cab Calloway orkestrasıyla Palladium Tiyatrosu’nda gerçekleştirdiği konserine götürmüştü. Ahmet o zaman 7 yaşındaydı. Ahmet’in caz müziği ile olan tanışması bu dönemde oldu ve bu konser ve atmosfer onu çok etkiledi. Bir nevi bu konser onun hayatında bir dönüm noktası oldu.

O dönem ABD’de siyahilere karşı yapılan ayrımcılık tarihin en tepe noktasındaydı ve böyle bir ortamdan kaçan siyahiler Avrupa’nın çeşitli şehirlerine kaçmışlardı. Paris’te tanıştığı siyahi göçmen müzisyenlerin hikayesi Ahmet’i çok etkiledi ve siyahilerin yarattığı müziklere (soul, gospel ve daha sonra R&B) daha çok ilgi göstermeye başladı. Gelecekte bu müzik türlerine öncelik verecekti.

Aile, 1935 yılında babasının tayini nedeniyle Paris’ten Washington’a taşındı. Ahmet, Washington’da plak dükkanlarında zaman geçirerek siyahi müzisyenleri ve türleri daha iyi tanımaya çalışıyordu. Ayrıca abisiyle çocukluk yıllarında başladığı plak koleksiyonu bu süreye kadar 20 bini bulmuştu.

Ahmet babasını kaybettiğinde 21 yaşındaydı. Annesi ve kız kardeşi Türkiye’ye döndü. Ahmet ve abisi Nesuhi ise Amerika’da kalıp kendi yollarına devam etme kararı aldılar. Ahmet o dönem St. John Üniversitesi’nde felsefe öğrencisiydi ama müzik alanında bir şeyler yapmayı kafasına koymuştu. Verdiği röportajlarda müzik anlamında yetenekli olduğunu düşünüyordu. Kendi deyimiyle “kulağı asla yanılmazdı.” Ahmet bir şeyi bir kere duyduktan sonra onu söyleyebildiğini ve duyduğu sesleri kolaylıkla hatırlayabildiğini belirtiyordu. Bunlar ona “Tanrı’nın hediyesiydi” Ahmet’e göre ve Ahmet’in bundan sonra tek yapması gereken çalışmak ve düşüncelerini hayata geçirmekti.

Ahmet yeteneğine ve tutkusuna dayanarak 1947 yılında aile dostları olan dişçileri Herb Abramson’un desteğiyle Atlantic Records’u, Manhattan 56. Cadde’de bulunan Jefferson Oteli’nin ilk katında kurdu. 1949 yılında Ruth Brown’la anlaşma imzalandı. Brown’un “Teardrops from My Eyes,” ve “Mama, He Treats Your Daughter Mean” parçaları Atlantic’ten çıkan ilk işlerdi. 1952 yılında Ray Charles, Atlantic bünyesine katıldı ve Charles, Ahmet Ertegün aracılığıyla, “boogie-woogie” türünün hissedildiği sound’lara yöneldi.

 

1956 yılında Nesuhi Ertegün de Atlantic Records’a katıldı ve Nesuhi müzisyen arkadaşlarını buraya yönlendirdi. John Coltrane, Charles Mingus, The Modern Jazz Quartet ve Ornette Coleman gibi isimler 50’lerde Atlantic’le çalışmaya başladı. 1959-61 yılında John Coltrane’in ilk albümü de Atlantic’ten çıktı. 50’lerin ortasına doğru Atlantic, ABD müzik endüstrisinde yarattığı eşsiz ses yapısıyla konuşulur olmuştu. Harman ve çok eşli bir ses yapısı yaratan Ahmet Ertegün, blues, caz, New Orleans mambosunu, Chicago’nun sokak müziğini, Kansas’ın swing’ini bir araya getirmişti. 1954 yılında Ray Charles’ın ünlü şarkısı “I Got a Woman” ve Joe Turner’ın “Shake, Rattle and Roll” albümü Atlantic’ten çıktı ve döneminde büyük ses getirdi. Joe Turner’ın bu albümü rock and roll’un en güçlülerinden sayılıyordu. 60’lara girdiğimizde Atlantic pek çok yeni müzisyeni bünyesine kattı. Bu isimlerden bir tanesi o dönem yeni yetme Aretha Franklin’di. Franklin’in yeteneğinden çok etkilenen Ahmet Ertegün, Franklin’i “Soul’un Kraliçesi” yaptı.

Ahmet Ertegün, Amerikan siyahi müziklerin prodüksiyonuna ve müzisyenlerine öncelik veriyordu; çünkü siyahi müziğin 20. yüzyılın tüm müzik türlerinin kaynağını oluşturduğunu düşünüyordu. 2000’li yılların başında Charlie Ross’un programında bu doğrultuda “tüm ülkelerin ve kültürlerin kendine has müzikleri var ve hepisi çok güzel, eşsiz ama bunların arasından sadece siyahi müzik (gospel, caz, soul) her yere yayılabildi.” diyordu.

Ahmet sadece siyahi müzikle ilgilenmiyordu elbette, aynı zamanda ilk başlarda rock and roll ve daha sonra rock’a büyük katkıları oldu. Özellikle Led Zeppelin grubu üyeleri ile çok başarılı işlere imza attı ve grup üyeleriyle çok sıkı arkadaş oldu. Ayrıca Neil Young’ı,  Stills ve Crosby ile çalışmasına ikna etti ve grup Ahmet Etegün sayesinde “Crosby, Stills, Nash & Young”a evrildi. Bunun yanı sıra Yes, Bad Company ve Cream gibi rock’a yön veren grupları var eden yine Atlantic oldu. Ayrıca sonrasında “The Rolling Stones”u da bünyesine kattı.

1993 yılında Ahmet Ertegün, hayat boyu güven Grammy ödülünü kazandı. 1995 yılında ise Cleveland Ohio’da Rock and Roll Hall of Fame açıldı ve mekanın ilk sergi salonu Ahmet Ertegün’ün adıyla anıldı.

Ahmet and Mick Jagger. (Courtesy of Jean Pigozzi)

Ahmet Ertegün pek çok ödüle layık görüldü ve müziğe adadığı hayatı, onu, Amerika müzik dünyası başta olmak üzere tüm dünyada büyük bir üne kavuşturdu ve modern Türkiye’nin de tanıtılmasında önemli bir rol oynadı. Ahmet çalıştığı isimlerin çoğuyla sıkı arkadaş oldu ve sadece müzik dünyasından değil, sanat ve moda dünyasından da arkadaşlarıyla geniş bir sosyal çevre edindi. Mick Jagger’dan Oscar de la Renta’ya, Henry Kissing’den Keith Richards ve David Geffen’e kadar pek çok isimle görüşüyordu. Mick Jagger, Ertegün’ün çok yakın arkadaşıydı ve Mick Jagger, Ahmet’in müziksel yeteneğine ve iletişim gücüne hayrandı.

Ahmet Ertegün, müzik dünyasına kattığı başarılı isimlerin, yazdığı sözlerin ve başarılarının ardından 10 Aralık 2006’da New York’ta hayatını kaybetti. Siyahi müziği ve müzisyenlerini destekleyen, bu müzisyenlerin seslerini duyurmasına öncülük eden Ahmet Ertegün, sadece caz veya siyahi müziği var etmedi, bu kültürün farklı sound’larını harmanlayarak güçlü bir ses yapısı yarattı ve bugünün müziğinin temellerini attı.

 

*Charlie Rose’un Ahmet Ertegün’le yaptığı televizyon söyleşisine buradan ulaşabilirsiniz.

 

Kaynak:www.flowradyo.com