Balkon, ülkemizde konut mimarisinin üvey çocuğudur. İmar yönetmeliği değişir, emsale dâhil edilir, birden bina yüzeyinden yok olur, yüzeye yapıştırılmış Fransız balkonlarına dönüşürler. Yönetmelik değişir, emsale dâhil edilmez, bu sefer bina yüzeyinde çoğunlukla ilerde kapatılmak üzere beliriverirler.
Korona virüsü pandemisi ile beraber “Hayat eve sığar” dediler, haftalarca evlere kapandık. Her ne kadar şu an kısıtlamalar gevşetilse de, bu esnada evlerimizdeki en büyük eksikliği keşfettik. Beton hapishanelerde yaşıyorduk ve doğru düzgün nefes alabileceğimiz tek bir yer yoktu.
Yazıda önce balkonun ülkemizdeki ekonomi politiğine kısaca değinecek, ardından yazının ikinci bölümünde balkonun konut tasarımında nasıl temel belirleyicilerinden biri olabileceğini örnekle açıklayarak konuyu genişleteceğim.
Konutlarımızdaki balkon kullanımı eksikliğini “Geleneksel Türk evinde balkon yerine, içe kapalı hayat ya da sofa vardı” kolaycılığına kaçmadan anlatacağım. O gelenek biteli çok oldu, geleneksel olan evrilemedi, kendisini bugüne uyarlayamadı, sadece yok oldu, yerine ise sermayenin akıl dışı ekonomik rasyonalitesi aldı.
Emlak piyasasında konutlar 3+1, 2+1 gibi kodlarla satılır. 1 rakamı salonu, gerisi kaç oda olduğunu gösterir. Konut alırken “Salon yeterince büyük mü? Misafir ve yemek odası takımı sığar mı? Ebeveyn banyosu var mı? Mutfakta kahvaltı edilebilir mi?” soruları ardı ardına sıralanır. Ama hiç kimsenin aklına şöyle ferah, yazın serin serin yemek yenebilecek, balkon ya da teras oldup olmadığı sorusu gelmez. Hatta bırakın bunu, gökdelen konutlarda rüzgâr kuvvetinden dolayı açabileceğiniz bir pencere bile yoktur, tıpkı ofislerde olduğu gibi bir akvaryuma tıkılıp kalmışsınızdır.
Yazının devamını okumak için tıklayın