BEN DEDİĞİN KİM? – Emre Toğrul

Ben dediğin zaman, içinde ne barındırdığını düşünüyorum uzun süredir.

Beni tekil olarak ayıran bilinç, temel kişiliği oluşturan öge, ben.

En belirgin özelliklerimizin, manevi ve ruhsal niteliklerimizin bütünü,

Toplumsal hayatın içinde edindiğimiz alışkanlık ve davranışlarımızın tümü,

O öz varlığımız, benliğimiz üstünde düşünüyorum dostlar.

‘’Benliğimize hakimiyet’’ kurma çabası içinde geçen ömürlerimizin bir yerine,

Herkesin ister istemez yapması gereken bir sorgulamadan dem almak niyetim.

İnsan zihninin, sosyal ve biyolojik tecrübeler ile formlaşan,

Ve potansiyel olarak öylece duran o muhteşem yapısal bütünlüğü.

Alt benlik, benlik, üst benlik gibi psikolojik bir serüvene girmek değil niyetim.

Hani alt benlik (İd) bir biyolojik kişilik, ego bir ruhsal yön,

Üst benlik (süperego) ise kişiliğin toplumsal bölümleri diye katagorize de etmeyeceğim.

Sadece hepimizin yaşadığı bu ikilem dünyasında yol alırken, edinilen deneyimlerle,

Bu üçlünün yolunu bulmada aklın ve onun hikmetinin dışında kılavuzu olmadığını,

İnsanın nasıl bir ikilem etkileşimiyle benlik kazandığını zikretmek amacım.

Nefis bir sonbahar sabahı, henüz gün ışımadan, hafif esinti ve kahvemle…

∞Ω∞

Hepimiz bilsek te bilemesek te, benliğimizin işlev kazanmasını yönlendiren,

Psikososyal ikilemlerin ortasında, biyolojik olarak sürekli değişen bir sürece ayarlıyız.

Bağımlı olarak başladığımız hayattaki ilk karışık hissiyatımız daha bilinç bile hamken;

‘’Güvene karşı güvensizlik’’, bağımlılıkla özgür irade arasındaki ilk derslerle başlıyoruz.

Tutarsız, değişken ve kendi ikilemlerini halledememiş birincil, ikincil bakıcılarla,

İlk ikili ben hüzmesinden geçen yepyeni bir insan.

Hadi oradan yırtılıp çıkıldı, ‘’ utanç ve şüpheye karşı otonomi’’çalısı.

Daha fizyolojik kontrol için çabalarken organizmanın karşısında bulduğu sosyal dikta.

Henüz iki engel aşılırken ‘’girişimciliğe karşı suçluluk duygusu’’ ikilemiyle tanışma.

Kendi potansiyeli ve becerinin, kendi yapı ve sentezinin bir tür labirentten geçtiği yıllar,

Ve ne yazık ki,aynı labirentten aynı zorluklarla geçmiş kılavuzlara bağımlı.

Kendini eksik, yetersiz ve beceriksiz hissetme tohumlarını atanın ve tutanın hikayesi.

Ama en zor ikilemimiz ‘’ gayrete karşılık aşağılık hissi’’.

Eğitim sistemi denen değirmende sürekli bir yarış içinde öğütülen benliğimiz.

Üstelik bu aşamanın aslında ‘’kimlik kazanmaya karşı zihin karışıklığı’’ ikilemini dürtmesiyle,

Aslında benlik bilinci, bağımsızlık ve kontrolün asıl şekillenişinden bahsediyoruz.

Gördüğünüz gibi benliğe hakimiyet, bu ikilem kaosu içinde çok da kolay değil dostlar.

Sonbaharın hüznü, kahvenin kokusu, esintinin canlandırması, ilhamımız bugün.

-∞Ω∞

Benliğimizin ne olduğunu sorgularken karşımıza ikilemler çıktı bugün.

Peki belli bir yaşanmışlık ve anlamak hayatın anlamını, bitirir mi ikilemleri usta?

Ne yazıkki asıl ömür törpüsü ikilemler işte tam burada karşımıza çıkıyor dostlar.

‘’İlişki kurma, arkadaşlığa karşı yalnızlık’’ buradaki en önemli yol ayrımı,

Her evre bir önceki evrenin ikilemini halledebilme üzerine kurulduğu için,

Bireysel kimlik kazanmanın bir ömür süren bir çabanın ürünü olduğu aşikar.

‘’ Üretmeye karşı durgunluk’’ denen ikilemin içine düştüğümüz dönem ise,

Fizyolojik yorgunluğun, anatomik yıpranmanın, entelektüel doygunluğun illüzyonunda,

Yaşamın bitmeden terkedilip edilmemesi kararına tekabül eden bir dönem.

Aktif rolle kayıtsızlığın, verimlilikle atıllığın didişmesi.

Burada yine de en üstünde durmamız gereken‘’ Bütünlük hissine karşı ümitsizlik’’ denen,

Aslında yaşamın bir tartışmalı yorumu olması gereken dönem olmalı.

Asla boşuna geçmiş bir hayatın olmadığını,

Pişmanlığın aslında yalancı bir geri dönüş, bir zahiri flashback olduğunu,

Benliğin ancak tüm süreçler tamamlandığında ortaya çıktığını,

Ve benliğin ölçülerek değil, yorumlanarak anlaşılabildiğini anlamamız gereken dönem.

Nesnel yada öznel yönden benlik kendi kişiliği ile ilgili kanıları anlaması ve tanıması sürecidir.

Benliğe hakimiyet öyküsü, aslında ikilemleri nasıl ayrıştırıp, yorumladığımızın bir hikayesi.

Ben diyebildiğin yerde, aslında o beni her yönüyle tanıyıp bilmek gerekir dostlar.

Ama tüm yaşama yayılmış bu koca süreç ve çaba bitmeden olunamayacak bir ben ki,

Yaşamın tüm evrelerini ayrı ayrı güzelleştirip, yaşanabilir kılan da bu.

Sonbahar gündoğumundaki esintide içilen koyu kahve misali…