Nurduran Duman
Sait Faik 66 yIl Önce aramızdan ayrılmıştı. Hikâyeci-lerimizin en özlü, en büyüğü kabul edilen Sait Faik Abasıyanık, güncelliğini hâlâ koruyan yazınıyla okurlarının ilgisini çekmeyi ve çağdaş olmayı sürdürüyor.
“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.” Böyle der Sait Faik Abasıyanık “Son Kuşlar (Varlık -378- 1 Ocak 1952)” adlı öyküsünde. Büyük yazarlık geleceğin nasıl geldiğini de görebilmektir, değil mi?.. Zaten hep görmüştür Sait Faik, en ince olanı, en kaba olanı, günlük hayattan bakmaya değer bulunmaz insanı, doğadaki yabani, zarif onsuz akışkanlığı… Israrla göstermiştir insanın, yerin yüzündeki hayatın her katmanındaki olagelenin olanın olagideceğin görülmeye değerliğini. Çünkü “sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey” ve “burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor”…
Atatürk ile buluşan yazar
Dil devrimimize özen gösteren yazarlarımızdan biri olmanın yanı sıra kendisinden önce sadece Mustafa Kemal Atatürk’e verilmiş “Mark Twain Derneği onur üyeliği (1953)” ödülüyle de Atatürk’le buluşan yazarımızdır. Reşat Nuri Güntekin, “Sait Türkçeyi en iyi yazanlardan biri idi. Fakat bu kâfi değildir; onun içine konacak şeyleri de bulmak lazımdır” derken okur da tanık olur ve ayrıca hâkim olmadığımız alanlardan ne çok sözcük ekler dimağımıza. Poyraz, yıldız poyraz, maestro, dıramudana, gündoğusu, batı karayel, karayel… ya da bir dolu balık adı mesela. Deneyimlemenize ömrünüzün yetmeyeceği ne çok duygu, yaşantı parçası kotarır da dünya yolculuğumuzla karar. Bir tanedir Sait Faik, “kökü kendisinde yazar”.
Satır aralarında eşsiz yalnızlığını, entelektüel birikimini de yansıtır, kahramanlarının ağzından türküsünü de çığırır ya da “türkü tutturur, türkü düzer, türkü çağırır, şarkı söyler, şarkı mırıldanır, urumeli havası tutturur, memleket havası söyler, Anadolu havası söyler, külhanbeyi havası tutturur” ya da “ ‘Cigaramın dumanı, yoktur yârin imanı. Altından köşk yaptırdım, gümüşten merdivanı’ türküsünü bağıra bağıra söyleyerek uzaklaşır.”
En özlüsü, en ustası…
Ardından ise ne çok şey söylenir, söylenmektedir, söylerler. “Bugünkü Türk hikâyesinin, Türk romanının gerçekçi olduğunu söyleyip öğünüyorlar. Hayatı, çevreyi olduğu gibi anlatmak gerekmiş. Nesnel (objektif) bir anlatı… Bir de Sait Faik’i düşünsünler. Hepsi de söylüyorlar: Sait Faik bugünkü hikâyecilerimizin en özlüsü, en ustası, en büyüğü. Onda var mı istedikleri gerçekçilik? Bu adam Burgazadası’nda oturmuş, düşleri, anıları karışıyor birbirine; çocukluk, gençlik, yaşlılık yılları karışıyor birbirine, öyle yerler oluyor, anlatılan kişilerle anlatan kişileri seçemiyorsunuz birbirinden. Sait Faik bütün kişileri, her şeyi içten, kendi içinden anlatıyor da onun için. Gerçekçilik arkasından koştuğu yok. Az bulunur onun kadar öznelci yazar. Bir doğru var onda: Kendi doğrusu, kendi içindeki doğrusu” diyen Nurullah Ataç gibi.
Kaynak: www.cumhuriyet.com.tr