Öykümüzün ustası Sait Faik’in ‘ilerici aydın duyarlığı’

Hasan Öztürk
Hasan Öztürk

Seçip okuyacağınız bir Sait Faik kitabıyla yaşanabilir dünyaya ilk adımınızı atabilirsiniz…

Sait Faik (18 Kasım 1906 -11 Mayıs 1954), doğum ya da ölüm günlerini bahane ederek hakkında yazdığım birkaç isimden biridir. Şiirleri, röportajları, denemeleri ve iki de romanı olsa bile Sait Faik öykücüdür, üstüne üstlük edebiyatımızın usta öykücüsüdür. Onun yazdıklarını okuyanlar, türler arasında oluşturduğu ilginç metinlerarasılık durumuna tanık olmuşlardır. Öykülerinin yazar karakterleriyle ilgili bir yazım (“Sait Faik’in Öykülerinde Anlatıcıların Yazı Tutkusu”, Üç Duraklı Yolculuk, 2021) için bütün öykülerini okuduğumda Sait Faik‘te sözünü ettiğim, türlerin iç içeliğini bizzat görmüşümdür. Kime yazdığı ve gönderilip gönderilmediği de bilinmeyen bir mektubundaki şu cümleler, benim tanıklığımı onaylar: “Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.” (Karganı Bağışla, 2011; haz. Sevengül Sönmez. Yazımdaki ‘mektup’ alıntıları bu kitaptandır.) Onun, “Bir Zamanlar” (Şimdi Sevişme Vakti) şiirindeki, “Bazı akşamüstleri, oturur/ Hikâyeler yazardım,/ Deli gibi!/ Ben hikâye yazarken/ Kafamdaki insanlar/ balığa çıkarlardı.” dizeleri, öykü yazma tekniğiyle öykülerinin içeriğini anlamamızı kolaylaştırır. Yazdıklarına nedense ‘kurmaca’ sözcüğünü pek uygun düşüremediğim Sait Faik, yaşamın içinden gelen bir yazar olarak ‘konu’ ve ‘çevre’ ölçeklerine hapsedilemeyecek çeşitlilikle yazan bir öykücüdür. Dikkatle bakınız, Tanpınar‘ın deyişiyle “insanı yakalamanın sırrı” olan Sait Faik‘in öykülerinde bizi kuşatan bütün bir hayatın yansıması vardır.

Afşar Timuçin, Sait Faik’in Dünyası (2013) kitabında, “siyasetten hiç hoşlanmaz” dediği öykücünün “ilerici aydın duyarlığı” taşıdığına dikkat çeker. “Sait Faik’i tam anlamında toplumcu bir yazar diye nitelendirmek aşırıya kaçmak olur.” diyen Timuçin, kitabının, “Sait Faik’de Toplumcu Bakış” başlıklı ikinci bölümünde öykücüyle ilgili yargısını genişletir. “Sait Faik’in insancı bakışı da doğal olarak toplumcu dünya görüşüne açılacaktı. Bu toplumculuk özel olarak tasarlanmış bir toplumculuk olmamakla elbette içeriği çok iyi saptanmış ve sınırları çok belirgin biçimde çizilmiş bir toplumculuk değildir, olsa olsa her geçek aydının bir tür kaçınılmazlıkla yöneldiği genel anlamda bir toplumculuktur. Evet, haktan ve adaletten yana her aydın belli bir ölçüde toplumcudur. Haktan ve adaletten yana olmayan kişiye de aydın denemez.” Sait Faik öykülerini bir de bu gözle okumakta yarar var.

Saadettin Gökçepınar adlı avukatın “Akşam” gazetesinde (10 Eylül 1949 – 29 Kasım 1949) yayımladığı “Muharrir Neden Yetişmiyor?” anketine cevap verenler arasında yazıyı iş edinmiş Sait Faik de vardır. Ankete verdiği cevaplar, Sait Faik‘in yalnızca balıkçıların ve küçük insanların öykücüsü olmakla kalmayıp “ilerici aydın duyarlığı” taşıdığını da gösterir.

“‘Medarı Maişet Motoru’ isimli bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı tozpembe görmüyorum diye mahkemeye verildim. Üç beş kuruş kazanalım derken iki bin lira mahkeme masrafı ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!

Geçenlerde arkadaşım Eyuboğlu’na edebiyatla uğraşmaktan bıktığımı ve artık yazmayacağımı söyledim. Bana, son mütalâada [görüşmede] seni okuyan bir lise talebesi varsa onun için yazmalısın, dedi. Ben de şimdi onları düşünerek yazıyorum.

‘Kestaneci Dostum’ diye bir hikâye yazmıştım. Orada çocuğun mangalına tekme vuruluyordu. Ertesi gün polisten çağırdılar ve kestanecinin mangalına tekme vuranı sordular. Ben ne bilirim, hatırlayamadım ki. Belki bir bekçi vurmuştur, dedim.

‘Bari bu çocuğu bulun da okutalım, kestanecilik etmesin, adam olsun.’ dediler.

Güçlükler bundan ibaret değildir. Patronlardan gelenlerde var. Bir zamanlar Varlık‘ta muntazaman hikâyeler yazıyordum. Mevzularım hoşlarına gitmedi. Başka şeyler yazmamı söylediler. Ismarlama şeyler yazamıyorum, ayrıldım. Zaten verdikleri ne? Bir hikâyeye 5, 7,5, haydi bilemediniz 10 lira. Ayda dört hikâye yazacaksınız da bu zamanda kazancınızla geçineceksiniz!

Mamafih [bununla birlikte] daha fazla para verenler de oldu, oldu amma bu sefer de başka şeyler çıktı. Aile mecmuasına yazdığım hikâyelere 25 lira veriyorlardı. Bir gün Vedat Nedim Tör, ‘Kendinizi aşacak hikâyeler getirin.’ dedi. Bu da bir başka türlü sipariş… Oradan da vazgeçtim.

Yazının devamını okumak için tıklayın