Bir çatışma alanı olarak kent, kentsel mücadele ve kent yönetimi

Yazı :Aslıhan Aykaç Gazete Duvar

Fotoğraf :Haluk Uygur

Kent yönetiminin politika yapımından da önce üzerinde durması gereken soru, “Bir arada yaşamanın kuralları ne olmalı?” sorusu. Sınıfsal ve mekânsal fay hatlarını aşarak, farklı kimliklere yaşam alanı tanıyarak, “kent hakkı” olgusunu tüm kent sakinleri için öncelik sırasına koymadan, bir hiyerarşiye sokmadan sağlamak nasıl mümkün olabilir? Daha demokratik bir kent yönetimi, kentte yaşayanların tamamına yalnızca eşit oy hakkı vererek değil, aynı zamanda eşit söz hakkı vererek mümkün olacak.

Küreselleşme süreci, yoğunlaşan iletişim ve ulaşım ağları ve buna bağlı olarak insanların, malların ve bilginin sınır ötesi hareketliliği kentleri yeni sistemin kilit noktaları haline getirdi. Bu durum kentlerin ekonomik ve politik ilişkilerde öne çıkmasına neden oldu. Ekonomik açıdan bakıldığında çeperindeki kırsalı da yutacak biçimde genişleyen kentler bir taraftan yeni bir kır kent uzamı inşa ederken, diğer taraftan sermaye yoğunlaşmasının ve bunu besleyen emek sömürüsünün de merkezi haline geldi. Dolayısıyla küresel ekonominin sonucu olan eşitsizlik, yoksulluk ve ekolojik bozulma gibi sorunlar da kentlerde yoğunlaşmış durumda. Politik açıdan bakıldığındaysa yerel yönetimler çok yönlü baskılarla karşı karşıya. Yerel yönetimler bir taraftan kendilerini değişen piyasa koşullarına göre konumlandırmak durumunda. Kentsel kimlik inşası, marka kent olma ve küresel kent kategorisine uygun bir sosyo-kültürel zemin yaratma çabası bu piyasa boyutunun bir yansıması. Diğer taraftan yerel yönetimler, devletin özellikle sosyal politika ve bölüşüm alanındaki zaaflarına alternatif olarak da yerelde hizmet üretmek zorunda. Ulus-devletin krizine yönelik tartışmalarda iki alternatif öne çıkıyor, bunlardan biri küresel yönetişim diğeri ise merkezsizleşme ve yerinden yönetimin güçlendirilmesi. Mevcut küresel eşitsizlikler ve politik çatışmalar dikkate alındığında ikinci seçenek daha olası görülüyor ve bu da yerel yönetimler üzerindeki baskıyı artırıyor. Bu ekonomik ve politik dönüşümlerin ötesinde bir de yerelden gelen talepler, kent hakkı ve kent yurttaşlığı temelinde ortaya çıkan mücadeleler söz konusu.

Kentleşme sürecini modernleşmenin ya da kalkınmanın doğal bir sonucu, ilerlemeci bir örgütlenme biçimi olarak idealize etmeden önce kent hayatını, kentli insanın durumunu ve kentin türlü çelişkileri barındıran dinamiklerini anlamak gerek. Kent mekânsal bir kategori ya da idari bir birim olmasının ötesinde bir toplumsal alan olarak düşünüldüğünde yatay ve dikey olarak farklılaşmış kategorilerden ve katmanlardan oluşur. Bu kategori ve katmanların her biri kendi içinde de çeşitlilik gösteren toplumsal birimleri içerir. Ancak en önemlisi bütün bunların her zaman bir yapbozun parçaları, mozayiğin kareleri ya da gökkuşağının renkleri gibi bir bütüne denk düşmemesi, derin çatışmalar, çelişkiler içermesi ve kaotik bir yapıda seyretmesidir. Buradan bir model, tipoloji ya da net bir sınıflandırma çıkarmak ve genelleme yapmak oldukça zordur. Ama bugün kentsel çatışmayı çözümlemeye yarayacak bir takım ana hatlar izlemek mümkün.

KENTTE KİM NE İÇİN MÜCADELE EDİYOR?  

Kent yaşamını karakterize eden en önemli mücadele sınıf temelli mücadele olmaya devam ediyor. Bugün bu mücadeleyi karmaşıklaştıran gelişmeleri iki hatta izlemek mümkün. Bir tarafta büyük sermaye, çok uluslu şirketler ve özellikle büyük şehirlerde rant ekonomisinin etkisi yalnızca emekçi kesimleri değil, daha yerel üretim yapan küçük ve orta boy işletmeleri, aile şirketlerini ve küçük üreticilerin piyasadaki yerini tehdit ediyor. Diğer taraftan iç göç ve mülteci akını da kentte gözlemlenen sınıf dinamiklerini, kentteki iş bölümünü dönüştürüyor. Dolayısıyla sınıf mücadelesi, sermaye-emek ikiliğinin ötesinde, her iki sınıfın da kendi içinde mücadeleler barındırdığı bir yapıya evrilmiş durumda.

İkinci bir mücadele konusu ise 

https://www.gazeteduvar.com.tr/bir-catisma-alani-olarak-kent-kentsel-mucadele-ve-kent-yonetimi-makale-1572288