İki seçimin tam ortasında, umutların ya tamamen tükeneceği ya da bütünüyle tazeleneceği tuhaf bir dönüm noktasının kıyısında, fazla melankoliden neredeyse hayatın tadını çıkarma ehliyetini kaptıracağımız bir Araf’ta izledik ‘Kuru Otlar Üstüne’yi. Kalan binlerce kişi için geçerli mi bilinmez ama Türkiye’den gelen bizler için bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı. Yanlış anlaşılmasın, umut pompaladığından değil; herkesin her şeyden çok umudunu sorguladığı böyle bir zamanda hislere fena hâlde tercüman olmasından.
Kuru Otlar Üstüne
Nuri Bilge Ceylan hiçbir filminde tek bir derdi sahiplenmiyor elbette ama Kuru Otlar Üstüne’de ülkeye dair her zamankinden daha çok sayıda derdi yüklendiğini görüyoruz. Ülkede kök salmış, kanıksanmış, ya kabuk bağlamış ya da hâlâ kanayan, hem birbirine teğet geçen hem de birbirinden beslenen birçok yara ayrı ayrı varlık gösteriyor. Bazıları birkaç dakika boyunca görünüp kayan yıldızlar gibi iz bırakarak kayboluyor, bazıları karakterler tarafından sancılar içinde masaya yatırılıyor. Ama bir şekilde her biriyle göz göze geliyoruz.
Erzurum’a bağlı ücra bir köyde sabırsızlıkla tayin zamanını bekleyen Samet (Deniz Celiloğlu), gençliğinin dört yılını mecburi hizmete feda etmiş bir resim öğretmeni olarak, ülkeye gerektiğinden fazlasını verdiğini düşünen, bir an önce yaşama sırasının kendisine gelmesini bekleyen bir bilinçli kaybeden. Samet’i tanıdıkça, Ceylan’ın 21 yıl öncesinden bir başka ana karakteri geliyor akla. Çok net değil, belli belirsiz. Yine karlı bir mevsimde onun gibi fotoğraflar çeken, kendi seçkin yalnızlığı bozuldu diye evine gelen köylüsünü kaba bir yalnızlıkla çevreleyen Mahmut. Samet, ‘Uzak’taki Mahmut’un gençliği değil belki, ama aynı hamurdan olabilirler pekâlâ. Bir an önce İstanbul’a gitmek isteyen Samet’in İstanbul’a gidip aradığını bulamamış, hayal ettiği gibi ‘yaşamaya’ bir türlü başlayamamış versiyonu Mahmut olabilir. Aslen böyle bir kıyaslamaya ihtiyaç yok, ama Samet’in dışarıdan görünen ambalajına karşılık içinde sakladığı yakışıksız sığlığı ölçmek istiyorsak belki Mahmut’u kullanabiliriz. Elbette aralarında sayısız fark var ama en büyük farkları Samet’in gönülsüz misafirliğine karşılık Mahmut’un tırnaklarıyla kazıyarak ulaştığı kibirli ev sahipliği olsa gerek. Doğu’da misafir olmanın konforlu lütufkârlığıyla yörenin ev sahibi olmanın hüzünlü görmüş geçirmişliği arasındaki karşıtlık; Samet’in diğer iki karakterle, öğretmen ev arkadaşı Kenan (Musab Ekici) ve yeni tanıştığı öğretmen Nuray’la (Merve Dizdar) kurduğu ilişkinin de temelini oluşturuyor.
Suya sabuna dokunmamanın dayanılmaz hafifliği
Hayatında kimseye düşkün olacak kadar büyük zahmetlere girmeyen Samet, hayattan alacağı olduğunu düşünen Kenan ve büyük bir travmanın ertesinde oyundan çıkarılıp yedek kulübesine alınmış Nuray. Bu üçlünün film boyunca birlikte geçirdiği tüm aşamalar, Kuru Otlar Üstüne’nin ana damarı ve bu aşamaların neredeyse tümü Ankara’daki Barış Mitingi’nde gerçekleşen intihar saldırısında bacağının bir kısmını kaybeden Nuray üzerinden tetikleniyor. Samet’le tartışırken bir anda masaya saçılan ‘umut etmenin yorgunluğu’ tanımı, Nuray’la birlikte bizlere de tokat gibi çarpıyor, çünkü bugünkü haletiruhiyemiz üç kelimede daha iyi özetlenemezdi. Diğer yandan kimsenin yorgunluğunun Nuray’ınkiyle boy ölçüşemeyeceği de aşikâr.
Yazının devamını okumak için tıklayın