Deniz Kavukçuoğlu’yla sanatçı ilişkileri üzerine

TÜYAP Çukurova Kitap Fuarı bu sene on yaşına bastı. 7-15 Ocak 2017 tarihleri arasında düzenlenen Fuar’ın koordinatörü ve Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı, yazar Deniz Kavukçuoğlu’yla bir araya geldik. Geçmişten bugüne sanatçıların birbirleriyle ilişkilerini ve Kitap Fuarı’nı konuştuk.

Deniz Bey Adana’ya hoş geldiniz. Son günlerde tekrar gündeme gelen bir konu var. Günümüz sanatçıları kendi ilişkileriyle 1960’lı 70’li yıllardaki sanatçılar arasındaki ilişkileri mukayese edip nostalji yapıyorlar. Hatta bir grup sanatçı ve aydının “tekrar bir araya gelelim, beraber fotoğraf çektirelim” diye eski günlerin özlemini yansıtan demeçleri de yer aldı basında. Siz o yılları biliyorsunuz, bize biraz anlatır mısınız?

Hoş bulduk. Tabii, İstanbul’da aydınların, sanatçıların bu bohem yaşamı aslında 1950’lere kadar uzanıyor. Fakat benim tanık olduğum yıllar sizin de dediğiniz gibi 1960’lı 70’li yıllar. O yıllarda, mesela Maya Galerisi gibi bir sanat galerisi, resim galerisi sanatçıların, yazarların buluşma yeriydi. Orada fikir alışverişinde bulunulur, sanattaki, edebiyattaki gelişmeler üzerine konuşulurdu. Pastaneler gene buluşma yerleriydi.

Nisuaz, Bayram Pastanesi?

Evet Nisuaz vardı. Bayram Pastanesi 1950 kuşağı yazarlarının, edebiyatçılarının, ressamlarının buluşma yeriydi. Demir Özlü, Arif Keskiner, başka bir Adanalı Demirtaş Ceyhun, Ergin Ertem burada bir araya gelirlerdi. Yenikapı’daki buluşma mekânında da Erdal Öz başı çekerdi. Şimdi o zamandan günümüze, bende kalan tabii ilginç anılar var. Bir de görüntüler var. Mesela Türkiye’nin gelmiş geçmiş en ünlü eleştirmeni Fethi Naci benim çok yakın dostumdu. Onun evine gittiğim zaman duvarında dönemin ünlü ressamlarının tablolarını görürdüm. Nuri İyem’in tablosu vardı. Bir eleştirmenin böyle bir tabloyu alacak kadar parası olmadığı için ben Naci abiye sorardım, “Sen bunu nasıl aldın?” diye. “Yok ya” derdi, “O zaman zaten resim bu kadar pahalı değildi. Hepimiz aç gezerdik. Edebiyatçılar da ressamlar da. Ben ona yeni çıkan kitabımı imzalayıp verdim. O da bana bir tablo verdi.” Aralarında böyle derin bağlılıklar, muhabbetler vardı. Tabii edebiyatçıların, ressamların kendi aralarında da vardı böyle bağlılıklar. Birbirlerine gidip gelirlerdi. Bu birlikte olmanın son mekânlarından biri Arif Keskiner’in sahibi olduğu Çiçek Bar’dı. Orada ressamlar, edebiyatçılar, tiyatro sanatçıları, sinema oyuncuları, yönetmenler bir araya gelirdi. Sonra oradan çıkılır başka bir yere gidilirdi. Yine 60’lı yıllarda Beyoğlu’nda Efendi Bar, Yeşil Horoz vardı. Mesela Baylan’da kahve içilip pasta yendikten sonra ilerleyen saatlerde bu barların birisine gidilirdi. Güzeldi yani yaşananlar. Şimdi bu duruma pek rastlamıyoruz. Bunda özellikle ressamlar arasındaki, hatta galeriler arasındaki büyük rekabetin de rolü var. Tablo fiyatları oldukça arttı. Yani şimdi öyle ressamlar var ki yapıtları 20 bin, 30 bin dolardan başlıyor. O yüzden günümüzde herkes kendi derdine düşmüş. Ne yapsam da satış değerlerimi artırsam diye.

Voltaire’in bir lafı var; tüm sanat dalları kardeştir, hepsi de birbirinin ışığında ilerler diye. Anlattığınıza göre sanki geçmişte bu yakalanmış gibi. Günümüzde nasıl bu ilişki geçmişle mukayese ederseniz?

Günümüzde söylediğiniz gibi birbirinden beslenecek şekilde bir ilişki yok denecek kadar az. Tabii bunun için olanak da yok, ortam da yok. Eski yıllarda edebiyatçı, sanatçı toplulukları, kadroları daha dardı, sayıları daha azdı. Şimdi çok fazla sayıda yazar, ressam, heykeltıraş vb var.

O döneme baktığımız zaman edebiyatçıların çoğunun aynı zamanda gazeteci olduğunu görüyoruz, bir gazeteci olarak edebiyatı, sanatı takip etmelerinin de ilişkilerinde bir etkisi olmuş mudur?

O yıllarda belirleyici olan etkenlerden biri de sanatçıların siyasal düşüncelerindeki, aşağı yukarı, ortaklığın olması. 1950’li, 60’lı, 70’li yıllardaki sanatçılara baktığımız zaman, bunların büyük çoğunluğu solcu aydınlardı. Dolayısıyla kendilerini ortak kılan bir dünya görüşleri, bir ideolojileri vardı. Şimdi bu yok. Varsa da çok az. Sizin sorunuza gelirsek, belki bu nedenle de hem edebiyatçı, hem gazete yazarı ya da hem tiyatrocu hem gazete yazarı olunuyordu.

Son dönemde medyada eski günlerin nostalji gibi konuşulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir ümit var mı, sanatçıların tekrar böyle uyuşmaları için?

Sanmıyorum… Çünkü o ortam yok. Sözünü ettiğimiz yıllarda İstanbul’un nüfusu taş çatlasın iki buçuk milyon. O da 70’li yılların sonuna doğru. 1960’lı yıllarda ise daha bir buçuk milyon bile olmamıştı. Ayrıca insanlar belli merkezlerde oturuyorlardı. Bu durumda daha kolaydı tabi buluşmak.

Peki ne yapmak lazım? Farklı sanat dallarının birbirini beslediği bir gerçek. Siz İstanbul Kitap Fuarı’nda edebiyatla resmi bir araya getiriyorsunuz. Biz de Adana olarak bunu talep ediyoruz. Önümüzdeki sene Kitap Fuarı’nın bir kenarından böyle bir Artist Fuarı başlatabilir miyiz?

Benim gözlemim bu konuda oldukça olumsuz. Edebiyatçıların sanat bölümüne gidip plastik sanatları izlemeleri çok görülen bir şey değil. Veyahut ressamlar gelip de edebiyatçıların düzenledikleri panellere pek katılmıyorlar. Yani ne kadar eşzamanlı ve yan yana olursa olsun, bu alışveriş ve iletişim istenildiği ölçüde yok.

Bu fikrin arkasındaki bir neden de şu: Bizdeki resim sergilerine, resme ilgisi olan dar bir çerçevenin içinde 300 kişi, 500 kişi en fazla 1000 geliyor. Halbuki TÜYAP Kitap Fuarı’nın içinde olursa, fuarı ziyaret eden 150-200 bin kişi içinde hiç değilse 15-20 bin kişiye dokunabileceğimizi düşünüyoruz.

Bu denenebilir. Ama bunun içine el altından başka şeylerde katmak gerekiyor. Mesela o resim bölümüne eğer bir müzik üçlüsü getirip paralel olarak bir de dinleti sunarsanız; o zaman müziğin de izleyicisini katabilirsiniz. Ya da o sanat üzerine konuşmalar yapılabilir, sanatçılar kendi sanatlarını, yapıtlarını anlatabilirler. Bunlar ilgi çekebilir.

Adana Kitap Fuarı ile sohbetimize devam edelim. Onuncu senedir buradasınız, Adanalılar adına da size teşekkür ederim. Bu Fuarı nasıl değerlendirirsiniz?

Ben teşekkür ederim. Dediğiniz gibi bu yıl onuncusunu düzenliyoruz. Katılımcı sayısı istiap haddini doldurdu. Yer sıkıntımız nedeniyle 10 kadar yayınevini fuara alamadık. Sivil toplum örgütlerinin önemli bir bölümüne yer veremedik, ki yer kazanalım diye koridorları 50’şer santim daralttık. Buna rağmen istediğimiz alan büyüklüğüne ulaşamadık. Tekrar ilk konumuza dönersek, çünkü birbirine bağlı bunlar. Sizin dediğiniz, bu plastik sanatlar bölümü ancak bir çadırda mümkün olabilir.

Biz çadır istemiyoruz, yeni bina istiyoruz.

Olur İnşallah. Fuar alanının ait olduğu ticaret odasına buradan mesaj göndermiş olalım. Yerel yönetim de çalışkan bir yönetim, onlar da el atarlarsa bu sorun niye çözülmesin?

Peki sohbetimizin sonuna geldik. Son olarak ne söylemek istersiniz?

Biz TÜYAP olarak Adana’ya gelmekten hoşnutuz. Kitap Fuarı’nın artık stabil bir ziyaretçi kitlesi oldu. Geçen sene 281 bin kişi gelmişti. Bu rakam yılına göre 300 bine çıkar 250 bine iner ama artık stabil bir sayıdır. Adana için bu kadar kitapseverin, okurunun ya da kitaba ilgi gösterenlerin olması çok olumlu. Hem Adana Büyükşehir Belediyesine, hem Valiliğe, hem de Milli Eğitim Müdürlüğüne çok teşekkür ederim. Milli Eğitim Müdürlüğünün sayesinde on binlerce öğrenci geliyor fuara. Bu öğrencileri ne kadar çoğaltırsanız, ilerideki kitap okurlarının sayısını da o derece yükseltebilirsiniz. Bir de benim buradaki gözlemim, özellikle hafta sonları fuara gelen aileler. Böyle ailece kitaba ilgi gösterilmesi, daha sonra evlerde kitaplıkların kurulmasına neden oluyor. Ben bunu çok önemli buluyorum. Adana da bunun çok olumlu bir örneği.