Çocukken çok hasta olup, yüksek ateşle alev alev,
Hafif sızma ile uyanıklık arasında sayıklarken yatakta,
Rahmetli anamla dezzemin pencere dibinde oturup yaptıkları,
Fısır fısır sohbetlerini dinlemekle başlayan felsefeye merakım,
Farkında olmadan bana şunu öğretmiş.
‘’Yaşam çözülecek bir problem değil,
Tecrübe edilecek bir gerçekliktir.’’
Onlar, yaşamda problemlerin hiç bitmeyeceğini, artarak süreceğini,
Ancak gerçeği tecrübe etmenin gücü ve dirayetiyle ve zamanla,
İnsanın, nasıl bu hayatı yaşama pratiğini kazanacağını konuşurken,
Ben de yangın ateşler içinde söyledikleri kelimeleri hatmederdim.
Mutluluğun ışığını, üzüntünün ateşini, ruh hallerinin seyrini,
Tamamen sevdiklerinin yaşam dinamiklerine göre ayarlamış,
Özveri ve tedbirin kitabını yazmış bu son jenerasyonu düşündüğümde,
O, herkesin mutluluğuna katkıda bulunabilecek sosyolojik desteğin,
Aslında insanın kendi mutluluğunu zorlaştırdığını sanırdım.
Hayatlarını ‘’Basitleştir, basitleştir, basitleştir’’ mottosuna,
Denge, ılımlılık, ölçülülük terazisine oturtmuş o son kuşağın,
En belirgin özelliklerinden biriydi indirekt, dolaylı mutluluk.
Mutluluğa ulaştıktan sonra, hep mutlu kalabilmenin garantisinin,
Ancak ortak mutluluk yaratmakla sağlanacağını düşünen o ebeveynler,
Son teyzeler, halalar, dayılar, edeler, hısımlar sayesindedir ki,
Çok iptidai, kısır ve ümitsiz yıllarda bile zirvede moral değerlere sahiptik.
Örneğin her misafir kabüllerinde, oldukça sade giyinen anne babama,
‘ Neden var olduğu halde daha şık ve gösterişli giyinmediklerini’ sorduğumda,
‘ Evine gelen en sade misafir kadar şık giyinmelisin’’ yanıtında yatan,
Ortak mutluluğa katkı böyle bir moral değerdi, bizim çocukluğumuzda.
Ne şans ki beni o kuşak büyüttü, ne şans…
●●●●○○○○●●●●
Yeni yaşamaya başladığımız çağda, bencillik sınırında bir bireyselliğin,
Vurdumduymazlıkla ifade edilebilecek bir kayıtsızlığın hakimiyeti ile,
Artık ortak ve dolaylı mutluluk rafa kalkıyor.
Salt kendi mutluluğuna dalmış ve onun enstrümanlarına kilitlenip,
Ulaşıp, kullanıp, atıp, yenisine koştuğumuz, tek bireylerin hızlı çağında,
Hep mutluluğun en büyük düşmanı olarak gördüğümüz dolaylı mutluluğun,
Nasıl etkin ortak dinamikler barındırdığını şimdi daha iyi görebiliyorum.
Bizden bir önce yaşamış ve halen yaşayan son kuşağın, bizleri yetiştirenlerin,
Bazen hayatlarını şimdiki zamandakilerin eliyle mahvederek ,
Gelecektekileri haklı çıkaran ve geçmiştekileri kurtaran dolaylı mutluluk ritüelleri,
Friedrich Nietzche’nin Zerdüşt’ü misali,
Nasıl da büyük bir öğretiymiş, şimdi anlıyorum.
En büyük eğlencenin ortasında, zincirin tek bir halkası için üzülen dezzem gibi,
Yaslar içinde ağlarken, zincirden birinin erdemine göz içiylen gülen anam gibi,
Yeni cumhuriyet sonrası ızdırapla yetişmiş insanların evlatları olan bu kuşak,
Sevdiklerinin, bildiklerinin, kendinden saydıklarının mutluluğuyla gülebilen,
Asla bireysel mutluluktan haz alamayan bu kuşağın dolaylı mutluluğu,
Yeni dünyada artık zor yaşanabilecek bir kavram.
Ne şans ki, ucundan da olsa yakaladım ben o kollateral dolaylılık esasını…
●●●●○○○○●●●●
Günümüzde artık, en yüce umutlarının tohumlarını toprağa eke eke,
Toprağı çoraklaştıran, yoksullaştıran yeni insan, mecburen,
Nietzche’nin demesiyle; ‘ en ağılanası insan davranışlarının bile,
Kendini aşağılamayacağı bir bireysel, teklik, salt benlik çağına girerken,
Ortak ve dolaylı mutluluk iksiriyle yıkanan dünya da, ne yazıkki bitiyor.
Nietzche’nin Zerdüşt’ünün tarifindeki asıl ‘’ÜSTİNSANIN’’
Bu son ‘’dolaylı mutlu kuşak’’ olduğunu anlıyorum şimdilerde.
O halde ben anlatmayayım da bundan sonrasını Zerdüşt anlatsın dostlar,
Karar verin o ‘’dolaylı mutlu olan’’ son kuşağa neden üst insanı yakıştırdığımı.
Şöyle dedi Nietzche’nin Zerdüşt’ü:
‘’İnsan bir iptir, bir ip ki uzanır uçurumun üstünde,
Tehlikeli bir öteye geçiş, yolda oluş, geriye bakış, ürperiş ve duraklayıştır hayat,
İnsanı büyük yapan onun bir AMAÇ DEĞİL, KÖPRÜ OLMASIDIR,
İnsanın sevilebilecek yanı, bir öteye geçiş, bir batış olmasıdır.
Severim, batmaktan başka yaşam bilmeyenleri,
Severim mahvolmak, kurban olmak için yıldızlar ötesi neden aramayanları,
Severim ‘kendi yok olma istemi olan’ kendi erdemini seveni,
Tamamen kendi erdeminin tini olup, köprüden tin olarak geçeni,
Severim ruhu harcanıp gideni, ne teşekkür bekleyip ne edeni,
Çünkü hep armağan edip kendini esirgemeyeni,
Severim yaralandığında bile ruhu derin kalanı ,
Ve küçücük hadiseden bile yokolup gideni, böylece seve sev köprüden geçeni.’’
Dostlar Zerdüşt’ün tarifindeki üst insanı düşünürken,
Ağır damlalar gibi herşeyden haberdar eden, teşekkürsüz armağan eden,
Köprü olan, mahvolup kurban olan, öteye tin olarak geçip,
Erdemini bizlere bırakan, dolaylı mutlu, son kuşak aklınıza gelmiyor mu?
Hele ki bu bireyselliğin, saltlığın, tekliğin zirvesi çağda.
Ne şanslı o kuşağın elinde büyümüşler, ne şanslıyım…