Emre Toğrul, Halam Ne Zaman Geliyor Baba

Çocuğa sevgiyi ve muhabbeti öğretmenin en çarpıcı yolu,

Bir akraba, bir dost, yaren yada hayranı olduğu birine,

Sevginin seremonisini yaşatan bir vuslat, kavuşma anı.

Bu aralar, kızkardeşimin dört yıl sonra Amerika’dan geliş heyecanı var.

Birkaç aydır küçük oğlum aynı mevzuya takılmış durumda;

– Halam, ne zaman gelecek baba?

Kafanın telefon ve bilgisayardan kalkmadığı jenerasyonun,

Sosyal medya mecralarında kısa cümlelerle yaşadığı hayatını,

Duygudan arınmış, çokça imge ve işaretlerle ve kullan at hayatını,

Bir kavuşma anı heyecanının, bu denli etkilemesi, ilginç ve ümit verici.

Samimi duyguyu, sevgiyi ve içtenliği temsil eden her kavuşma,

İnsan gelişiminin en insancıl yönlerinden biri.

‘’Sevmek, sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir unutma’’ demiş Nazım,

Vurgulamış sonra ‘’çünkü aşk onunla yaşamak değil, onu yaşamaktır aslında’’.

Bizimki de halasını yaşıyor haftalardır, sanal evreninden çıktıkça.

Hasret ve vuslat ikileminden çıkardığı duygulanımla keyifli,

Cevabını defalarca duyduğu soruyu, biteviye soruyor, muzırca,

‘’ Baba, halam ne zaman geliyor’’…

●●●●○○○○●●●●

Şimdilerde dostlar, hani hep konuşuyor, hep görüyor gibiyiz,

Anında istediğimiz anda ulaşıyor gibiyiz ya, iletişim mucizesi hani,

Sadece gözle, göz ucuyla, kulakla, kulaklıkla, bir cam arkasından,

Hasret ve vuslat işini bitirdik, hiç ayrılmıyoruz gibi geliyor.

Sadece beş duyunun yetmediği, altıncı hissin peşinde olunan zamanlardan,

Sadece iki duyuyla herşeyi halleden canlılara dönüştük.

Gör ve duy yeter, ne hasret, ne vuslat.

İnsan ruhu ve aklı, nasıl bu denli kolay kandırılır oldu.

Koku ve tadın, dokunmanın ve sarılmanın, üst hislerin hiç önemi yok.

Bak, dinle umursamazca, gör, duy, sonra kısa gülüş, bir abartılı hayret nidası,

Hoop diğer görüntü ve diğer sese geç, kullan at, kullan at.

Özlemek, yani özüne erme isteği de değersizleşti, kolaya devşirildi.

Ben artık, insanı uygarlığın çıktılarından koruma derdindeyim.

Öyle bir eşikteyiz ki dostlar, ya hasret ve vuslatın anlamından feragatle,

Sanalın bize sandırdıklarını asıl duygulanım olarak kabulle küçüleceğiz,

Ya da biraz gayret ve özveri ile sanma yanılgısından tümden bigane,

Özlem ve kavuşmaların insan özündeki sağıltıcı efsunuyla yüceleceğiz.

Oğlum vuslatı keşfetti, soruyor her sabah uyandığında, okula gitmeden;

‘’ Baba, halam ne zaman geliyor’’,

Bende, oğlum sabret kavuşacaksın deyip, patlatıyorum Özdemir Asaf’tan;

‘’Uykunun içinde bir rüya,

Rüyamda bir gece,

Gecede ben.

Bir yere gidiyorum,

Delice,

Aklımda sen’’…

●●●●○○○○●●●●

Yahu bir insan, hasret vuslat paradoksuna vasıl olmadan,

Bu kavramların biribirini tamamlayan şifacılığına hasıl olmadan,

Hiç özlemeden, özlenmeden nasıl insanlaşır demeyin.

Yeni kuşağa onların anlayacağı dilden anlatmadıkça,

Bizden öncekilere hatırlatmadıkça bu kavramlarda boşalıyor.

Oysa bizim edebiyatımız, özlem ve kavuşmaya yüklediği anlamla,

Kuşaklar boyu vicdanın, içtenliğin ve samimiyetin şifrelerini vermiştir.

‘’ O denli, o denli çok beklettin,

Alıştırdın bekletmeye kendini,

Çok zamanlar geçti de geldin,

Senden çok seviyorum senin özlemini.’’

Aziz Nesin ustanın kalemi sanki küçük oğlumun düşüncesini okuyor gibi,

Benim günleri şaşırmam, kızkardeşimin bağlantı uçağını kaçırmasıyla,

Halanın gelişi iki gün sarkınca, oğlum hemen yapıştırıyor.

‘’ Baba, bu halamı özlemekten yoruldum artık’’.

Nasıl güzel insancıl duygular özlemekten yorulmak, özlemi sevmek.

Nasıl ulvi bir bekleyiş ve sabır, önce hasret, sonra vuslat.

Ruhlar bedenin gerisinde kaldı, akıllar hangisine el vereceğine şaşıyor,

Ben yine de umutluyum dostlar, her yerde yetişen bitki gibi bu sevgi,

Z kuşağının, hasreti vuslatla demleyişinin keyifli telaşındayım.

Yarın ‘’hoş geldin halacığım’’ diye boynuna atladığında, yine aydınlanacağız.

Cemal Süreyya ile kapatalım perdeyi, tercüman olsun bize üstad.

‘’Dışarıya yağmur,

Yüreğime hasret,

Fikrime sen,

Nasılda yağıyorsunuz üçünüz birden,

Bir bilsen…’’