Olur olmadık her şeyle geçmişi hatırlarım. Bunu bazı yazılarımda zaman zaman yazıyorum ama şimdi öylesine sıcak bir cümle yakaladım ki, işte budur dedim, bakalım neymiş?
Annem, Bilge Çelik´le Yezdan Arat´ın evine öğleden sonra oturmasına gitmişler, toplantıya ben de telefonla katıldım, elimde kahvem. Ortaya bir konu attım, eskinin hurafeleri nelerdi, hatırladıkları neler var? Beş dakikada bunlar döküldü.
´Akşam tırnak kesilmezdi, güneş battıktan sonra komşudan acı biber, soğan, kömür istenmezdi, eve yeni bir ocak alınınca ilk defa bir yaşlı kişiye yaktırılırdı, eşikten geçerken sağ ayakla girilirdi, şimdi sıkı durun, Salı, Çarşamba, Cuma ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmazdı, bir nakışa dikişe başlarken aman Allah vere eli kolu çabuk biri işin üstüne koşarak gelse de çabuk bitse denirdi, bebek doğar doğmaz vücudunun her tarafı tuzla ovulurdu, aksi halde çocuk büyüdüğünde hayat boyu teri kokardı, gözleri ışıl ışıl parlasın diye bebeğin gözüne limon suyu sıkılırdı, kırkı çıkana kadar diğer bir kırkı çıkmamış kişi ziyarete gelemezdi aksi halde ´kırk basardı´, yeni gelin de 40 gün geçmeden kırklı çocuğun ziyaretine gidemezdi, yeni doğmuş çocuğun başının altına sarımsak koyulurdu ki ´şeytan gelmesin´, loğusa kadın odada tek başına bırakılmazdı ki ´al basmasın´, iki bayram arasında düğün de yapılmazdı.´
Bu liste daha uzar, kim bilir neler neler vardır, hepsi de kimine göre boş inançlar, benim gibi masal düşkünleri içinse hazine çünkü hepsi de bir yaşam biçimini tarif ediyor, olması gerekeni değil, olanı, yaşanmışı olduğu gibi aktarıyor. Peki durup dururken nerden geldi aklıma hurafeler?
Bir kaç gündür nefis bir roman okuyorum. Yazıya biraz hareket katmak için yazarın adı Eric Arthur Blair (1903 – 1950) diyelim ki önce tanımayın, sonra Hayvan Çiftliği, 1984 diyelim, şıp diye George Orwell deyin. İlk adla doğmuş, diğerini mahlas olarak kullanmış. Bu bilgiyi ikinci kez okumama rağmen ilk kez okuyormuşum gibi şaşırdım, iyi mi? ´Boğulmamak İçin´ (Coming Up for Air), yazarın ikinci dünya savaşı ´öncesi´ yazdığı en son ve ´pek bi İngiliz´ tanınan romanı, George Bowling adlı roman kahramanı çocukluk yıllarını anlatıyor, ama ne anlatım, kıkır kıkır gülüp duruyorum şimdilik. Bizim hurafeleri o bölüm aklıma düşürdü, sayfa 60, ´yemekten sonra yıkanırsanız kramptan ölür, başparmakla işaret parmağınızın arasını keserseniz tetanoz olur, yumurtaların kaynatıldığı suda ellerinizi yıkarsanız siğil çıkarırdınız. (…) Atlar sizi ısırır, yarasalar saçınıza girer, kulağakaçanlar kulağınıza kaçar, boğalar size toslar ve yılanlar sizi sokar idi.´
Romanın 37. sayfasında şöyle bir paragraf var, ´Geçmiş tuhaf bir şey. Hep yanınızda taşıyorsunuz. Bana öyle geliyor ki on, yirmi yıl önce olmuş şeyleri düşünmeden geçirdiğiniz bir saat bile yoktur, ama yine de çoğu zaman geçmişin, bir tarih kitabındaki bir sürü bilgi gibi, öğrendiğiniz bir olgular kümesinden ibaret kalması dışında bir gerçekliği olmuyor. Derken rasgele bir görüntü, ses veya koku ama özellikle de koku sizi bir anda alıp götürüyor ve o zaman da geçmişi hatırlamakla kalmıyor, içine giriyorsunuz. O sırada bana da öyle olmuştu işte.´
´Geçmiş tuhaf bir şey. Hep yanınızda taşıyorsunuz.´ Ne kadar gerçek ve bir o kadar da hepimizi saran bir anlatım.
´Boğulmamak İçin´, Can Sanat Yayınları, ilk basım 2015, bahar günlerinize canlılık getirecek çok güzel bir roman, okurken gülümseyip kendi geçmişinize dalacaksınız.
Bana yaşam coşkusu bahşeden edebiyat, iyi ki varsın.
Not: Hurafeleri hatırlatan annem Nurten Akay, Bilge Çelik ve Yezdan Arat´a teşekkürlerimle. Ayrıca, ´´Aman Allah vere eli kolu çabuk biri işin üstüne koşarak gelse de iş çabuk bitse´ dendiğinde ´mesela beni istemezlerdi,´ diyerek kahkaha atan anneme kızından not: evet, oyalanarak, ağır ağır yaparsın ama yaptığın şeyler hiç bozulmuyor, hiç eskimiyor benim marifetli anneciğim.´