Ayşe Acar
Refik Anadol: Eriyen Hatıralar Türkiye’nin en çok gezilen sergisi oldu. Sonrasında sayısız e-posta aldım. Cinsel kimliği ile barışanlar, hayatlarında önemli kararlar alanlar… Bu bir insan hikâyesiydi ve insanların ruhuna ulaştı. Bu sanat değilse, sanat nedir?
Doğup büyüdüğü yer İstanbul.
Dünyanın birçok şehrinde yaşadığı halde İstanbul’un binlerce yıllık tarihini, kültürünü hiçbir yerde bulamıyor.
Tüm o kalabalıklığın, kaosun içinde İstanbul’un başka bir büyüsü olduğunu söylüyor. O büyü, onun sanatçı yönünü besliyor.
İşi gereği Los Angeles‘ta yaşıyor.
Sanat, bilim kurgu ve teknolojinin kesiştiği yerde…
Üç boyutlu data heykelleri, canlı işitsel ve görsel performanslar, fiziksel ve sanal olarak şekilden şekile giren enstalasyonlar onun uzmanlık alanı…
Hikâyesi hayal kurmakla ve soru sormakla başlıyor.
Bir veri pigment olabilir mi?
Bir bina rüya görebilir mi?
Beynin hatırlama anı kayıt edilebilir mi?
Makine doğayı yansıtabilir mi?
20’nci yüzyılda insan olmak ne demek?
Sorularının cevabı binalara yaşam bulduruyor, yerler, duvarlar, tavanlar, sonsuzluğa uzamaya başlıyor.
Yüklü datalar, nefes kesen bir estetiğe dönüşüyor.
İnsan gözünün görmediği şey görünür oluyor ve izleyiciye yeni bir dünya sunuyor.
İnsanı makine yapmaktansa, makineyi insan yapıyor.
Çoktan kendisini tanıdınız.
8 yaşında bilim kurgu filmi Blade Runner‘ı izleyip, gelecekteki dünyayı hayal etmeye çalışan ve 35 yaşında bir medya sanatçısı, yönetmen, akademisyen ve yapay zekâ tutkunu olarak halen işinin en büyük parçası hayal etmek olan, bize gerçeklik kavramını sorgulatan Refik Anadol‘dan bahsediyorum.
Kendisiyle Vancouver-Los Angeles hattında keyifli bir telefon söyleşisi gerçekleştirdik. Hikâyesini kendi ağzından dinleyelim.
Yazının devamını okumak için tıklayın