“Father & Son” dinleyerek Heathrow havaalanına gitmek,
Oğlum Emir’i ziyaretten sonra rutinleştirdiğim kişisel işkence.
Sulugözlü bir adamın, bu ritüelden uzak durması gerekirken,
Hem ağlarım hem giderim ile hasrete uçarım, herseferinde.
Bu yıl tatil hatıraları, yine Londra’nın dışındaki güzelliklerden.
Tren, bisiklet ve yürüyüşle kombine, şehir ve doğa sentezi.
“Baba, sana güzel bir hoşgeldin günü hazırladım’’ dedi oğlum.
“Bugün seni, bana hep masal gibi anlattığın Mersin’e,
Çocukluğundaki, o muhteşem sahil şehrine götüreceğim.
Ve beni Bournemouth’a götürdü serüvenci, hem de bisikletle.
Bournemouth kumsalı Mersin’le, Silifke’yle hiç kıyaslanmaz,
Tarihi, Tarsus’un yanından geçemez, ötesinden utanır, gidemez,
Dağı, suyu, toprağı, taşı Adana, Antakya, Antep’le ölçüşemez,
Atlantik kıyısında, çok ama çok hoş bir şehir.
“Emre hocam, hem dövdün hem sevdin bu nasıl iş” diyeceksiniz;
Ben de hemen, ilginç bir gözlemimle birlikte, kıssadan da hisse alıp,
O meşhur “Bizde nasıl olmuyor da olmuyor” mucizemize geleceğim.
Mutlu hayvanlar şehri Bournemouth, mutlu şeyler şehri,
Mutlu bitkiler, ağaçlar, kumlar ve mutlu bir rüzgar şehri.
Doğayı değil, onun önünü kesecek insanı biçmiş, tımar etmiş,
Yolu ağacın yanından, insanı hayvanın ötesinden geçirmiş,
Kumu kaldırıp, sahile beton dökmeyi akıl bile etmemiş,
Ayrıcalığı şehrin arka tarafına hapsedip, öndeki güzelliği
Herkese eşit şartlarda ve eşit mesafede sunmuş bir şehir.
Denizin içine ev, kumun üstüne ipotek, kayaya boya yok.
Kuralları,talimatları, yönlendirmeleri salt insan için değil,
Tüm canlılar, cansızlar, doğa ve dünya mirası için konulmuş.
Tabiat dostu dokunuşlarla aslına uygun koruma sayesinde gelişen,
Doğalın taklidi alternatif hobiler, korumayı pekiştirmiş.
Kurnaz fırsatçılığı, akçeye çeviren kirliliğe fırsat verilmemiş.
O yüzden sokaktaki köpeğin, kedinin, martının, karganın,
Kumsaldaki yedi milletten, her boydan, her renkten zattın,
Bu ortak akl-u hikmet neticesinde, illaki biryere tıkılmadan,
Mutlu mesut yaşadığı bir şehir.
Yoksa bizim buraların tabiatıyla, tarihiyle, suyuyla aşık atamaz.
Ama oğluma anlattığım, 1960’ların Mersini gibi…
●●●●○○○○●●●●
Sevgili oğlum, bana heryeri göstermek istemenin heyecanıyla,
Babasının yaşını unutup kilometrelerce pedal bastırıyor;
Doğa dostu eski Mersin tipi evlerin, ağaç kulu yolların arasından,
Yağma, yığma, dolma, doldurma görmemiş kum tepelerinden,
Çöpü atanın da, görüp almayanın da aşağılandığı sahillerden,
Bildiğin, Allah yapısı patika, tepe, yokuş ve inişlerden geçip,
En batıda uçurumun kenarına, Old Harry Rocks’a geliyoruz.
Dostlar, o an ben bir nostalji girdabına gark oluyorum ki;
Benim o çimin üstüne, uçuruma doğru, hızla ve keyifle,
Adana ağzıyla”eniş aşşağı tekeri bir kaçırışım var”,
Den ki “ Abooo adam (gendini) intihar ediyür”.
Yahu diyorum beni bu kadar mutlu eden eski Mersin hayali,
Acep o salt doğa ile kesintisiz ilişkimde mi?
Oğlum, yüzümdeki, içimdeki, tenimdeki mutluluğun,
O an, kafamın içindeki sonsuzluğun farkında.
Muzipçe gülüyor ve noktayı koyuyor:
“Baba burada hayvanlar ve kumlar niye mutlu,
Anladın mı? ”
Oysa Bournemouth ile bizim buraların doğasının kıyası,
Abesle iştigal dostlar, ama oysa ve buysa iş değişiyor…
●●●●○○○○●●●●
Akşama doğru Bournemouth’a geri dönüyoruz
Yüzlerce bisikletçi, yürüyüşçü, kampçı, sörfçüyle.
Konulan her kurala, gösterilen her yola, talimata uyan,
Üstelik yanındakini de uyduran yüzlerce doğa dostuyla.
Gündüz bisikletlere kapalı, kilometrelerce kumsal yola girip,
Yolda, çalıda, kumda, suda, dalgada, gelgitte koşan,
Zevkten çılgına dönmüş onlarca köpeğin sağrısında,
Uçuşan envai çeşit deniz ve çalı kuşunun altında,
Tatlı bir meltem esintisinde yol alırken;
Ağızımdan yine aynı kelimeler dökülüyor;
“Yahu burada hayvanlar ne kadar mutlu”.
Aklım 60’lı yılların Mersin’ine ve sahillerine gidiyor.
Plaj mahallesinden, Pozcudaki evimizin önüne,
Oradan Silifke’ye kadar olduğu gibi kalmış kumsalların,
Masmavi denizin, kum tepelerinin , makinin, okaliptüsün,
Dağa kadar uzanan mebzul çeşitte meyve bahçelerinin,
O ılık meltem esintisinin hayali sarıveriyor beni.
Oğlum, derinleşip çıkamadığımı anlayınca, hemen el uzatıyor.
“Baba’’ diyor, ‘’insan yapımının en büyük tehlikesi,
“Geri dönüşümsüzlük,
Oysa hayat bir geri dönüşüm masalı,
Doğayı korumak ise, geri dönüşümün tek garantisi”,
Bournemouth’da akşam oluyor, esinti üşütüyor,
Bitkin bacaklarımıza, yanmış yüzlerimize rağmen,
Mutluyuz.
“Aslında bizim oralar” diyoruz, “buralara on …”