ÖNCÜL SEFA’nın 20 yılının öyküsü

oncul sefa

Genelde reklam ajansları kendi reklamlarını iyi yapamazlar .
Terzinin kendi söküğünü dikememesi gibi…
Hep müşteri işleri öncelik alır.
20. yılını dolduran Öncül Sefa reklam ajansı 20. yılı için Hürriyet Gazetesi ve sosyal medya hesaplarında paylaştıkları reklam bunun tam tersini yansıtıyor.
Kalemi kuvvetli Öncül kısa öykü tadında 20 yılı yazmış.
Tam sayfa bir ilanda bu kadar lafı genelde kimse okumaz.
Ama hikayeniz samimi ve gerçekse bu klişe örnekte olduğu gibi yıkılabiliyor.
Tebrikler Öncül Tebrikler Sefa ve Öncül Sefa ajansının başarılı takımı.
Ortaklıkların uzun ömürlü olmadığı bu şehirde güzel örnek oldunuz.
Sizleri Adanaya reklam etmek lazım…
Kemal Erdoğan

Duygu Sedefoglu
Mustafa Öncül  – Duygu Sedefoğlu – Sefa Sofuoğlu

ÖNCÜL SEFA… GÜZEL İŞLER YAPMAK İÇİN YİRMİ YIL ÖNCE ÇIKILAN GÜZEL BİR YOLCULUK

1981 yılının sonlarıydı sanırım. Çukurova Üniversitesi’nin (şimdiki adı Fen Edebiyat Fakültesi olan) Temel Bilimler Fakültesi’nin Fizik Mühendisliği bölümünde okuyorum… O yıllarda baraj var; bir dersi bile veremezsen sınıfı geçemiyor, sadece o ders için okula gidiyorsun!.. Benim de elimde verilmeyi bekleyen üç güzide ders var; haftanın bir iki günü çıkıyorum Balcalı’ya, kalan günlerde çok keyif aldığım karikatür ve yazı ile uğraşıyorum. Çizdiğim karikatürleri Gırgır’a gönderiyorum bıkmadan usanmadan. Bazen arka sayfada, bazen de Ovuz Abi’nin fırçaları eşliğinde Çiçeği Burnunda Karikatürcüler köşesinde yayımlanıyor. Benimle birlikte Adana’dan çizen başka arkadaşların karikatürlerini de görüyorum GIRGIR’da… Sefer Tabakoğlu var, Serdar Sayar var, Mehmet Ali Türkmen var, Mehmet Kulaç var, Sefa Sofuoğlu var… Güzel espriler, güzel çizgiler… Hepimiz birbirimizi esprilerimizden, çizgilerimizden çok iyi tanıyoruz ama karşı karşıya gelmişliğimiz yok! Her birimiz başka bir yerde, kendi halimizde yaşayıp gidiyoruz.

Bir gün… Ziraat’in kantinlerinden birinde bir yandan çayımı yudumluyorum, bir yandan da o haftanın GIRGIR’ını okumaya çalışıyorum. Yabancı Diller’den (şimdinin Eğitim Fakültesi) bir arkadaş, “Bizim okulda da bir karikatürcü var” diyor… “Adı ne?” diye soruyorum, “Sefa” diye cevap veriyor, “Sefa Sofuoğlu”. Tanımam mı? Adanalı karikatürcülerden biri; üstelik sağlam bir çizgisi var! “Abo!” diyorum, “Ciddi mi söylüyorsun? Tanıştırsana beni”

Bu konuşmanın üzerinden ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum, Çukurova Üniversitesi ile Yabancı Diller Yüksek Okulu’nun “Kapalı”daki bir voleybol (belki de basket) maçında tanışıyoruz Sefa ile. O günden sonra çok sık görüşmeye başlıyoruz. Sefer Tabakoğlu, Serdar Sayar, Serdar Kutca, Mehmet Ali Türkmen, Sefa ve ben GÜNEY HABER gazetesinde, rahmetli Cemal Urak abinin yönetiminde, pazar günleri yayımlanan bir mizah sayfası hazırlamaya başlıyoruz… Cemal abi bir gün, “Çocuklar” diyor, “Benim işim çok yoğun. Size zaman ayıramıyorum. Bizim Alinur var. Onunla konuştum, sayfayı artık onun ofisinde hazırlayacaksınız. Alinur abinin Abidinpaşa Caddesi’ndeki ofisine gidiyoruz toplu halde. Küçücük bir grafik atölyesi… Alinur Uğurpakkan, usta bir tiyatrocu, grafiker, müzisyen, ressam, fotoğrafçı… O küçük grafik atölyesinde reklam grafikleri hazırlıyor… Güler yüzlü, neşeli, insanı (hele de bizim gibi 17-18 yaşındaki gençleri) heyecanlandıran, yaptığı işten zevk aldıran, kendine olan güvenini artıran müthiş bir “abiliği” var… Alinur abi ile iyi anlaşıyoruz. Mizah sayfası hazırlamadığımız zamanlarda da ofisine gidip gelmeye başlıyor, ufaktan ufaktan rapidoyla, letrasetle, köşe şablonuyla filan tanışıyoruz.

O tarihlerde, Veb Ofset grubu, EKSPRES adlı bölgesel bir gazete yayımlamaya başlıyor Adana ve çevre illerde… Alinur abi de bu gazetenin reklam müdürü oluyor. Gazete yayımlanmaya başlar başlamaz bizim ekibi topluyor, “Çocuklar” diyor, “Mizah sayfamızı artık EKSPRES’te hazırlayacağız.” Ne büyük mutluluk, ne büyük heyecan!.. Bizlerden mutlusu var mı ki?!.. Uçuyoruz! ÇINGIRAK ismini verdiğimiz mizah sayfasını hazırlamaya başlıyoruz hep birlikte… Çok güzel günlerimiz geçiyor EKSPRES’te. Güzel insanlarla tanışıyor, güzel dostlar ediniyoruz.

1983 yılının sonu, belki de 1984 yılının başı… Alinur abi EKSPRES’ten ayrılıyor. ÇINGIRAK’ı onsuz hazırlıyoruz… Bir gün beni çağırıyor yanına, “Bir reklam ajansı kuruyorum. Benimle çalışır mısın?” diye soruyor… Körün istediği bir göz! Hayır der miyim hiç! “Tabi ki abi” diyorum… “Peki Sefa çalışır mı?” diyor… “Yok diyeceğini sanmıyorum ama gene de sorayım” deyip, Alinur abinin yanından ayrılıyorum. Alinur abinin dediklerini Sefa’ya olduğu gibi aktarıyorum… Ve Alinur abinin GENPAŞ isimli reklam ajansında çalışmaya başlıyoruz. GENPAŞ’ta çok güzel günlerimiz geçiyor. Alinur abiden ve piyasadan çok şey öğreniyoruz. Tabi bu arada üniversite hayatı devam ediyor. Okuldan çıkıp ilk otobüsle Balcalı’dan şehre iniyor, gece yarılarına, sabahlara kadar çalışıyor, ertesi sabah tekrardan okula gidiyoruz.

Sonraları… GENPAŞ kapanıyor birden bire… Biz sadece okul ve ÇINGIRAK ile uğraşmaya başlamışken, Alinur abi yine çağırıyor bizi… Yeni durağımızın adı ELİT GRAFİK oluyor. Aynı kadro ile yola devam ediyoruz. Heyecana, mutluluğa, güzel işler yapmaya ve öğrenmeye tam gaz devam!.. Nereden çıkıyor, nasıl oluyor bilmiyoruz; bir gün Alinur abi bizi çağırıyor, “Çocuklar” diyor, “Ben ayrılıyorum ELİT GRAFİK’ten. Siz devam edin. Çalışın, çok çalışın, güzel şeyler yapmayı ve yeni şeyler öğrenmeyi asla bırakmayın.” Ve… Gidiyor.

Alinur abinin eksikliğini hep hissediyoruz. Birkaç hafta mı, birkaç ay mı bilmiyorum… Sefa ile ben de ayrılmaya karar veriyoruz ve izin istiyoruz. Okula devam, karikatüre devam… Ama fena alışmışız çalışmaya; bir şeyler de yapmak lazım. “Hadi bir yer açalım” diyoruz… Atilla Altıkat’ın oralarda, Uslu İşhanı’ndaki pasajda küçük bir dükkân kiralayıp, ÇİZİK GRAFİK’i kuruyoruz. Bizim için müthiş heyecanlı, keyifli yeni bir dönem başlıyor. Hugas usta ile tanışıyoruz orada. Hugas usta… Neşeli, babacan, asabi, muzır, fırlama, hoşsohbet, çelebi ve müthiş bir usta, müthiş bir hoca. Alinur abiden sonra ikinci hocamız da Hugas usta oluyor. Filmi, renk ayrımını, klişeyi öğreniyoruz yeni hocamızdan.

Önce Sefa, sonra ben… Okullarımız bitiyor birer yıl arayla, mezun oluyoruz. Sefa askere gidiyor… Ben zorunlu nedenlerle mühendislik yapmaya başlıyorum. ÇİZİK GRAFİK’i kapatıyoruz… Ama aklım hâlâ yazı çizi işlerinde… Sefa askerdeyken Elif Hatun Önal, Fethi İzan, Ahmet Kaymakçıoğlu ile birlikte SANART TANITIM ismiyle yeni bir ajans kuruyoruz… Sefa askerden dönüyor ve onun için hazırladığımız masaya oturuyor… Derken, vatani görev sırası bana geliyor ve askerlik görevi için SANART’tan ayrılıyorum… Ben askerdeyken Sefa tekrar Elit Grafik’e dönüyor, Fethi İstanbul’un yolunu tutuyor, Elif ve Ahmet başka işlere bakıyorlar… Askerden döndüğümde SANART TANITIM’ın güzel anılarımız arasındaki kendine ait yeri aldığını görüyorum. Bir iki hafta kafa tatili yaptıktan sonra, Sefa ile birlikte ELİT GRAFİK’te çalışmaya karar veriyor, Turan Dikici ile gidip konuşuyor, çalışmaya başlıyorum. Her şey iyi, hoş, güzel de… Nedendir bilmem alışamıyor, yadırgıyorum yeni işimi ve bir ayı tamamlamadan ayrılıyor, yeniden mühendislik yapmaya başlıyorum.

O zamanlardan bir zaman, güzel insan Özgen Özgenal, COLOR 82’den ayrılıyor ve COLOR VİZYON’u kuruyor. Zaman buldukça yanına uğruyorum… Fotoğraf çekme, karanlık oda, makinalar, ışık… Saatlerce süren, bazen sabaha karşı biten sohbetlerimizde çaktırmadan çok şey öğreniyorum Özgen’den. COLOR VİZYON, tanıtım fotoğrafçılığının yanında, matbaa işlerine, grafiğe, reklamcılığa da ucundan kenarından bulaşıyor. Böyle işler olduğunda telefon ediyor, “Emmi bi’ gel hele” diyor; o bir ucundan, ben öteki ucundan tutuyoruz işin ve birlikte kotarıyoruz. Bazen Sefa’dan yardım istiyoruz; sağ olsun koşup geliyor… Her şey, iyi güzel giderken… 1995 yılının kasım ayında o meşum kaza oluyor ve Özgen genç yaşta ayrılıyor aramızdan. Sanki zaman duruyor, hayat duruyor, her şey duruyor… Öylece kalakalıyoruz! COLOR VİZYON, Özgen’in asistanı Yakup Kütük’ün genç omuzlarına kalıyor. Sefa da, ben de Yakup’a yardımcı olmak için sık sık COLOR VİZYON’a gidiyoruz ama… Özgen’in yokluğuna alışmak mümkün olmuyor!

1996’nın yazı, sonbahara isteksiz bir geçiş yaparken, Sefa ile oturuyoruz bir yerlerde… “Ne diyorsun?..” diyor Sefa, “Ekibi yeniden toplayalım mı?..” Ben şaşırmış bir şekilde bakıyorum ve “Ekip?..” diye soruyorum… “Sen ve ben” diye cevap veriyor Sefa. Başka kim var ki?..” O an, orada ekibi ;)) yeniden toplamaya karar veriyor ve adını bilmediğimiz reklam ajansını kurmak için çalışmaya başlıyoruz.

Bir yanda yer bulma, alet edevat ayarlama çalışmaları sürerken, öte yanda da ajansa isim bulmaya çalışıyoruz. Bazıları çok havalı, bazıları her yanından kültür sanat akan, bazıları komik, bazıları çok saçma onlarca, yüzlerce isim not ediyoruz kâğıtlara. Günler sürüyor… Armudun sapı üzümün çöpü deyip hiçbirini beğenmiyor, yeni isimler yazmaya başlıyoruz. Onların akıbeti de diğerlerinden farkı olmuyor! İşte o beyhude arayışlar ile geçen muhabbetlerden birinde, “Lan olum” diyorum, “Adana’da bizi herkes ‘Öncül ile Sefa’ diye biliyor zaten. Niye başka isim arıyoruz ki?.. Ajansın adını ‘ÖNCÜL SEFA’ koyalım.” Sefa bu öneriye sıcak bakmıyor önce ve hatta çok saçma bulduğu isimlerin arasına dâhil ediyor hemen. Israrım sonucu, o ismi saçma öneriler kutusundan çıkarıyor ve tartışma yeniden başlıyor… Sonunda Sefa da ikna oluyor ve “ÖNCÜL SEFA” reklam ajansımızın ismi oluyor. E bu ÖNCÜL SEFA’nın arkasına bir şeyler gerek!.. Ajans, tanıtım, reklam vs gibi bir şeyler… “Madem yapacağımız işin özü iletişim, o zaman düşünmeye gerek yok. ‘İletişim Hizmetleri’ olsun” deyip, “ÖNCÜL SEFA İLETİŞİM HİZMETLERİ”ni fiilen kuruyoruz.

Artık ismimiz de hazır… Sıra geliyor resmi kuruluşumuza… Bu dönem, hayatımızın çok zor ama bir o kadar da en güzel dönemlerinden birisi oluyor. Ailelerimizi, arkadaşlarımızı yanımızda görerek, desteklerini hep arkamızda hissederek dünyanın en mutlu insanları oluyoruz. Hele de Hamit Küçükgöde!.. Hamit abinin o günlerdeki desteklerini, abiliğini hiçbir zaman unutmuyoruz.
1996 yılının sonlarına doğru, Ortadoğu Hastanesi’nin hemen arkasında bulunan İmren Apartmanı’nın zemin katındaki, hiçbir zaman ısınmayan, soğuk, çok soğuk ama bizim için dünyanın en harika mekânı olan ofisimizde yeni hayatımıza başlıyoruz.

Bölgemizde, hatta Anadolu’nun çoğu yerinde reklamcılık denince akla önce, promosyon, tabela, serigraf gibi işler ve bu işlerin imalatı ya da satışı gibi çalışmalar geliyor… Bunlar da bizim pek anladığımız şeyler değil!.. “Biz anladığımız, iyi bildiğimiz işleri yapalım” diyoruz ve kreatif, fark yaratan, özgün işler yapmak üzere Mac’lerimizin başına oturuyoruz.

Birkaç ay sonra aramıza Latife, ondan hemen sonra da Nazım katılıyor. Bugün hâlâ aramızda olan Latife ve Nazım’ı yeni, başka arkadaşlar izliyor. Birlikte çok güzel işler yapıyor, mutluluklarımızı paylaşıp çoğaltırken, üzüntülerimize ortak olup azaltıyoruz.

Yıllar yılları kovalıyor… Akşam bir hayal kuruyor, ertesi gün o hayali gerçekleştirmek için çalışıyoruz. Ne hayallerimiz bitiyor, ne de çalışma ve üretme azmimiz. Her yeni güne ilk kez yaşayacakmış gibi heyecanla ama dünden yeni bir şeyler öğrenmiş olarak, ayağımızı daha sağlam basarak başlıyoruz.

2006 yılının başlarında bir gün… Telefonum çalıyor, arayan Hürriyet Gazetesi’nin Bölgeler Koordinatörü sevgili Nilgün Çetin… Lafı eviriyor, çeviriyor ama bir türlü ne diyeceğini söylemiyor… Ben ise bir şeyler hissediyorum ama aklımdan geçenlerin hemen hepsi, farklı bir “acaba”ya tosluyor. Ses tonu, “E anla artık!” der gibi bir kıvama geldiğinde fark ediyorum ki, Hürriyet Gazetesi’nin Kırmızı Ödülleri’ne gönderdiğimiz işlerden bize ödül var! Soğuk bir şubat ayında, İstanbul’daki “Kırmızı Ödülleri Töreni”nde ilk ödülümüzü alıyoruz. Bu ödülü sonraki yıllarda 4 Kırmızı, 5 Başarı Ödülü daha izliyor. Kreatif, fark yaratan işler yapmak için çıktığımız yolda, çalışmalarımızın Türkiye’nin en önemli reklamcılık yarışmalarından olan Kırmızı’da aldığımız ödüllerle tescillenmesi bizi onurlandırıyor, mutlu ediyor.

2006, ÖNCÜL SEFA için çok özel, çok güzel bir yıl oluyor, Toroslar’ın ötesine adım atıyor… Türkiye’nin gurur duyduğu sanayi şirketlerinden, bir dünya markası olan Temsa’dan “Sizinle çalışmak istiyoruz” davetini alıyoruz. Ne büyük mutluluk, ne büyük heyecan! Bu duyguları kelimelerle anlatmanın güçlüğünü biliyor, sadece tadını çıkarmaya bakıyoruz.

Zaman durmuyor. Günler günleri, aylar ayları kovalıyor; yıllar geçiyor… Hayat hızla akarken… Bazen nefeslenmek için durup düne ve bugüne bakıyoruz… “Ne çok şey yaşamışız” diye geçiriyoruz içimizden, “Zamanımızın hiçbir anını boşa harcamamışız, güzel değerlendirmişiz” diyoruz.

Adana’da mütevazı bir şirketken, bugün ulusal pazarda adından söz ettiren markalarımızı görünce mutlu oluyoruz… Türkiye’nin, hatta dünyanın önemli markalarının iletişim çalışmaları için ÖNCÜL SEFA’yı tercih etmesi bizi gururlandırıyor… Büyük bir heyecanla ve umutla iş yaşamına atılırken, “İşi baştan sağlam tutmak gerek. Güzel başlayalım ki, güzel devam etsin” deyip kapımızı çalan yeni girişimcilerimizin çorbasında bir tutam tuz olmak bizi sevindiriyor… Bahar çiçekleriyle süslü yolları da, her adımda ayağımızı kanatan keskin taşlarla dolu yolları da bizimle birlikte yürüyen dostlarımız bize mutluluk veriyor… Her yeni güne birlikte başlayıp, birlikte bitirdiğimiz; bazı günler ailelerimizden bile daha çok zaman geçirdiğimiz, gücümüze güç katan iş arkadaşlarımız bize güven veriyor…

Sadece doğup büyüdüğümüz kendi memleketimizle kalmayıp, tüm Türkiye’de ÖNCÜL SEFA’dan övgü ve saygı ile söz edildiğini bilmek bize onur veriyor…

Bu yıl, Mustafa Öncül ve Sefa Sofuoğlu arkadaşlığının 35’inci, ÖNCÜL SEFA İLETİŞİM HİZMETLERİ’nin ise 20’nci yılı.

Geride bıraktığımız yıllarda, aylarda, günlerde ya da minicik, azıcık zamanlarda… Varlığı ile yaşam kalitemizi artıran, hayattan zevk almamızı, yarınlara güvenle bakmamızı sağlayan, bugünkü mutluluklarımızda payı olan herkese ama herkese teşekkür ediyor, birlikte yeni mutluluklar, yeni güzel günler yaşamayı diliyoruz.

 

mo

Mustafa Öncül

 

ss

Sefa Sofuoğlu