Taçlı Yazıcıoğlu’ndan bir Adana romanı: İncirlik Yazı

“Benim Adana’m da bilinsin istedim”

Taçlı Yazıcıoğlu’nun yeni romanı İncirlik Yazı, 1995 yılında genç bir avukatın müvekkiliyle buluşmasıyla başlıyor. Kitap okuru, İncirlik Üssü’nün gölgesinde dönüşen Adana’nın geçmişine savuruyor

Akademisyen-yazar Taçlı Yazıcıoğlu, İncirlik Yazı (Doğan Kitap) isimli yeni romanında, 1983 yılının darbe sonrası Çukurova’sında, Adana’nın kültürel dokusunu ve bir çocuğun içsel yolculuğunu buluşturuyor. Adana’nın okaliptüs kokulu sokaklarında dolaşan bir çocukluk anısından, İncirlik Üssü’nün gölgesinde büyüyen bir şehre kadar uzanan bu yolculukta Yazıcıoğlu, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in mirasını kendi özgün sesiyle yeniden yorumluyor. Kişisel hatıralarını ve tarihle yoğrulmuş hikâyesini ustalıkla romana dönüştüren Taçlı Yazıcıoğlu ile tüm bunları konuştuk.

Sosyal medyada romanın ilhamının gelip yazılmasının da ayrı bir roman olduğunu yazmıştınız. Neydi sizi romanın başına oturtan?

Öncelikle ilham gelme anı sanırım. Duyardım ve inanması güç gelirdi ama sahiden de varmış o sihirli, şimşek çakma hali. İlk romanım Hep Sondan Başlar’da ilham her sabah erkenden bilgisayarın başına oturduğumda taksitlerle geliyor, yazdıklarım her gün sürpriz oluyordu. Roman böyle yazılır sanıyordum. Oysa bu sefer hikâyenin çoğu birden aklıma gelivermişti. Çoğu diyorum, bir yerden sonraki gelişmeler bana da sürpriz oldu. Sonunu öğrendiğimde ben de şaşırdım. Neticede İncirlik Yazı da tam ilhamın geldiği gün, 6 Haziran’da başladı. Aksini düşünemezdim. Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in 30’a yakın romanla edebiyatımıza hediye ettiği bir “Adana romanı” kavramı var. Romandaki isimleriyle “Kemaller”in sözünün üstüne söz söylemek için kendi sesine ve cesaretine kavuşmak en zoruydu. O uzun süren araştırmayı yapmanın, yazılmamış bir Adana hikâyesi ortaya çıkarmanın, yıl olarak 1983’te karar kılmanın hikâyesi sahiden roman olacak kadar uzun.

“Üssün varlığı doğal kabul edilir”

Bu bir roman ama uzun da bir tarihi anlatıyor. Tarihsel gerçeklik ve kurmacayı nasıl bir araya getirdiniz?

Bir denklem kurma oyunu gibiydi, zikzaklarla. Her çözdüğünüz sorunla seviye atladığınız, bazen nefes nefese kaldığınız… Her şeyin bir diğerini tutması, tek bir cümle, hatta kelime eksilttiğinizde tüm denklemin bozulacak olması gerek. Ancak eğleniyorsanız oynanıyor, çünkü oyun yıllar sürüyor. Çoğu kişiye önemli görünmeyenler benim için büyük merak konusu oldu hep. Vardığım yerde bakıyorum ki önsezilerim bu sefer de beni yanıltmamış. Sadece okaliptüslerin Çukurova’ya nasıl geldiğini araştırmak için sayısız yazışma yaptığımı, bakmadık kaynak bırakmadığımı hatırlıyorum. Bu tüm romanda birkaç cümlede geçse de bence her şeyi değiştirdi. Buna benzer çok örnek var. Bugün bana sorsanız Adana demek, okaliptüs demek.

İncirlik Üssü, Adana ve dönemin Amerikalı askerleri… O döneme dair sizin kişisel belleğinizde neler kaldı?

Kanada’da ders verirken İncirlik’in bulunduğu bir şehirde doğup büyüdüğümü öğrenenlerin beni teselli etmeye çalışmasını ve benim buna şaşırmamı anımsıyorum. Birçok kişi İncirlik Üssü’nü şehirden uzakta zanneder. Arada jetler uçar, ortalık hareketlenir ama Adana’da üssün varlığı, eşzamanlı kurulmuş baraj gölü kadar “doğal” kabul edilir. Anılar çoğu yazarın metinlerine ister istemez sızar. İlk romanım hiçbir anının kurgulanmadan hatırlanamayacağını anlatıyordu. Okurlardan beni Büyükada’daki bir köşkte varlık içinde büyümüş kadın kahramanlardan biri zanneden çok oldu. Şimdi öğreniyorum ki, İncirlik Yazı’nda yer yer ziyaret edilen günlüğün bana ait olduğunu düşünenler var. Keşke günlük tutsaydım! 1983 Haziran’ı, darbenin son zamanlarıydı, biliyorsunuz. İnsan kötü olayları anımsamak istemese de bu tam mümkün olmuyor. Yalnız ne kadar anımsasanız da tıpkı Belgi gibi çocuksunuz. Çoğu flu, tek tük anılar bir temel oluşturdu oluşturmasına. Araştırmam derinleştikçe, hepsi birleşmeye başladı. Romandaki birçok olay için “Bu olmamıştır” diyenler çıkabilir. Bir kısmı olmamış olabilir sahiden ama yine de o kadar emin olmasınlar.

Belgi karakterini yaratırken hangi kişisel izlenim ve duygulardan beslendiniz?

Kahramanım Belgi’yi çok iyi tanıyorum, senelerdir konuşuyoruz onunla! Her ne kadar ben İncirlik’le bir ilgisi bulunmayan, her ikisi de avukat bir anne babanın kızı olsam da, benzer dönemlerde yaşadım kendisiyle, yine bir kız kardeşle. Bir zamanlar Amerikan spor ayakkabısı giyenlere hayran hayran bakanlardanım ben de. Çocukluğunu İngilizce öğrenmeye adayan, tıpkı onun gibi henüz ortaokuldayken Harper Lee’yi orijinal dilinden okuyanlardanım. Flaubert’in mahkemede “Madame Bovary benim” demesi gibi, “Belgi benim tabii” demek geçiyor içimden, bir klişeyi yinelemek pahasına da olsa. Orada ben de varım ama bu oradaki olaylar bire bir benim başımdan geçmiş demek değil. Bunu söylemek, bir hayal ürünü olan kurguya, en güzelini bulmak için defalarca kurduğum cümlelere ve üç kez baştan yazdığım romana haksızlık olur.

Romanınızın belki de en büyük kahramanı Adana’nın kendisi. Adana’nın kültürel yapısının romandaki rolünü sizden dinlesek…

Anlaşılmaktan daha güzel bir hediye ne var? Teşekkür ederim. Adana’nın kültürel dokusunu herkesin okuduğu o güçlü edebiyat ve onun beslendiği tarih inşa etmiştir. Sadece yazılmış, kaydedilmiş şeyler yaşar. Bunu siz de çok iyi bilirsiniz. O ruh benim içimdeydi hep. Hayal dünyamın hâlâ önemli bir parçası olan, bugün yerinde yeller esen yazlık sinemalar hatırlansın istedim. Eski Adliye’nin karşısındaki virane bir konağında doğduğum Tepebağ’ından, büyüdüğüm İstasyon civarına, her gidişimde uğramadan dönmediğim Murtaza ve Cemile’nin çalıştığı, şimdi müze olan Milli Mensucat’tan, cinayet işlenen Demirciler Çarşısı’na, benim Adana’m da bilinsin. 1983 Haziran’ı asla unutulmasın.

“Hani o mahkeme reisinin Yaşar Kemal’e dediğinin aynı işte, kalırsa bozuk para yaparlar, öyle harcarlar adamı burada. Cehaletin kökü şu ağaçtan daha çok dağılmaz mı külliyen Çukurova’ya?” Bu cümle hem Çukurova’nın toplumsal yapısını hem de o dönemin ruhunu yansıtan çarpıcı bir yorum…

Küçük şehirlerde özgür kalmak, kendin olmak daha zordur. Hesap vermen gerekenler daha fazladır. Tutulmuş köşeler de… Buna rağmen ben de Adana’dan ayrılan birçok kişi gibi suçluluk duyuyorum. Adana’da kalıp orası için çalışmamış, sevdiklerimizi geride bırakmışız. Bir gün fark ettim ki, “Kemaller”de de Adana’yı terk ettiklerine dair burukluk bir nebze olsun vardı. Onlar kalsaydı Adana’da yine aynı kişi olacaklar mıydı ya da ben kalsaydım, bugünkü ben olacak mıydım? Hayır, gitmemiz, ayrılmamız gerekiyordu kendimizi gerçekleştirebilmemiz için. Evet, kalsaydık şimdiki biz olmayacaktık. O köklerden birine takılıp düşecektik.

 

Kitabın tanıtımında Yazıcıoğlu’nun edebiyatımıza “bambaşka bir Adana romanı armağan” ettiği şu sözlerle ifade ediliyor:

“Belki sonra olanlar olmasa geçip gidecek, unutulacaktı bu olay.

Sadece Alin’in mızırdanmaları kalacaktı ya da babamın ona soğuk davranmaları. Mumçiçeği olamamış, ne kadar verimli olursa olsun Çukurova toprağına ekildiğinde bitememiş, kendini iyi bir öğretmen olmaya ve bizi yetiştirmeye, kendince bir hayat yaratmaya adayan annemin yine araya girmeleri, sonra tıpkı babam gibi kendi kabuğuna çekilmeleri…

Onlar sadece iki kırılgan sümüklüböcekti, değişir görünseler de hep aynı kalan evlerinde.

*      *      *   

Yel olup kavuran, dalga olup çarpan Adana’nın sıcağında, 1995 yılında genç bir avukatın müvekkiliyle buluşmasıyla başlar hikâye. İncirlik Üssü’nün gölgesinde, dönüşen şehrin 1966’sına savruluruz sonra, bitmiş gitmiş bir acı olaya şahit yazar bizi Taçlı Yazıcıoğlu.

1983 Haziran’ına geldiğimizde kahramanımız Belgi alır sözü, on bir yaşının saflığı, zekâsı ve heveskâr gözlem gücüyle. Annesi, babası ve ablası Alin ile yaşadıkları Eser Apartmanı’na taşınan bir Amerikalının ve o siyah Converse’li gencin bütün yaşamlarını baştan sona değiştireceğinin henüz ne kendisi ne de diğerleri farkındadır.

Taçlı Yazıcıoğlu ikinci romanıyla, yıldız sarmaşığı gecelerde, incir gölgelerinde, dam serinliklerinde saklanan kederli sırları, bilinmeyen ya da görmezden gelinen Adana’yı cesur bir naiflikle, hiç yazılmadığı gibi yazıyor. Bambaşka bir Adana romanı armağan ediyor edebiyatımıza.”

TAÇLI YAZICIOĞLU KİMDİR?

Taçlı Yazıcıoğlu, Adana’da doğdu. Manchester Üniversitesi, İnsan Bilimleri Fakültesi’nden kazandığı bursla doktora derecesini aldı. Çeşitli ülkelerde kültür ve tüketim üzerine yaptığı araştırmalarla doçent oldu. İlk romanı Hep Sondan Başlar 2019’da yayımlandı. Yaşamının bir kısmını İngiltere, Guatemala ve Kanada’da geçiren yazar, doktora yapmaya başlamadan önce uluslararası şirketlerde çalışmıştır. Bilkent Üniversitesi’nden bilgisayar mühendisliği ve işletme yüksek lisans dereceleri de vardır. Üniversitede yan dal olarak okuduğu sanat tarihi ve fotoğraf çekme yaşamında önemli bir yer tutar. Yurtdışında yayımlanmış bilimsel makale ve kitap bölümleri vardır. Anı-öykülerinden ikisi Adana’ya Kar Yağmış ve Enişte Risalesi derlemelerinde yer almıştır. Kültürün farklı hallerini halen çeşitli dergilerde denemeler yazarak inceler. Bir kızı vardır, İstanbul’da yaşar.