Tınaz Titiz ile Ortak Aklı Bulmanın yollarını konuştuk – Kemal Erdoğan

SANAT PAYDAŞLARI ÇALIŞTAYI / TİNAZ TİTİZ

Bu paydaşlık işini bana siz öğrettiniz ondan beri peşinde koşuyoruz. Tarımcılarda pek başarılı olamadık ama inşallah Sanat ve kültürde bunu başarırız.

Yıllarca paydaşlığı yatay ilişkiyi anlattınız, paydaşlık bu kadar önemli iken ortak aklı bulmada niye başarılı olamıyoruz bu konuyu en iyi değerlendirecek insanlardan biri sizsiniz.

Teşekkür ederim. Ben nerden kimden öğrendim bilmiyorum ama paydaşlık kavramı galiba yabancı dilden çeviri bir anonim şirketin paydaşı olan kişi anlamında. İkincisi bu başarı başarısızlık olayında kendinize haksızlık etmeyin bu konuda ne kadar emek sarfettiğinizi bizzat ben biliyorum. Paydaşlık ve ortaklık konusu eski deyimiyle tedavüle girmesi meselesi değil toplumun kültürünün içinde alışkanlık kazanmış herkesin birbirine karşı kullandığı birtakım kavramlar var. Bu kavramın dışında bir takım kavramlar oluşturup bu işin doğrusu budur ben bu kavramı oluşturdum bundan sonra herkes bunu kullansın düşüncesi mümkün olabilse ama toplum kültürü bunu oluşturmuyor. Hatta size bir iki tane daha örnek vermek istiyorum. Birkaç tane çok kritik kavram var dünya medeniyetini oluşturan kavramlar. Ancak bu kavramlar bazı kültürlerde var bazı kültürlerde yok, ya da tam karşılıkları var yahut hiç yok. Bir tane örnek verecek olursak kök sorun, hayalet sorun Türkçe olarak bizim dağarcığımızda, kavramımızda yok. Kök sorun yerine biz esas mesele esas sorun gibi şeyler diyoruz ama hayalet sorun hiç yok. Güven çekirdeği süreç parçalanması, organizasyon koordinasyon, rasyonel düşünme bunlar Türkçe olmadığı için bizde fazla bir şey çağrıştırmıyor. İşte bu noktada roman yazarlarımızın, köşe yazarlarımızın, televizyon modaratörlerimizin sanki bunlar doğal satıcı gibi yerleşmesini sağlayacak insanlar. Belki doğru bir strateji izleyip önce onlara satmamız ve onlar vasıtasıyla yaygınlaşması gerekir. Biz tezgahımızı sokağa açıp orada satmaya çalışıyoruz, bu yöntem tam bir başarısızlık değil ama tam hedefe de ulaşamamak gibi.

Yedi kişiyle röportaj yaptım hepsine de aynı soruyu sordum. Kurumunuzda ilk 11’e girenler kim, hangi sıklıkla görüşmektedirler, ortak akılla ortaya koydukları önemli konular var mıdır? Bunlara farklı farklı cevaplar geldi. Ara sıra gerekirse yapıyoruz, denedik olmadı, birkaç kere yaptık gibi. Toplumun geneli dedik ama toplumun önde gelen insanlarıyla konuştuk soruları da ben yönlendirdim.

Bu konu oldukça önemli. Önce insanlarda anlaşılamama var. Örneğin susuz bir insanın yanında çok güzel bir kaynak suyu var ama niye bu suyu içmez kolay kolay akıl erdirmek zor. Ben şuraya bağladım bu işi akıl yürütme, ortak akıl diyince, akıl sahibi herkesin bu doğal olarak yapması gereken bir şey miş gibi algılamaktadırlar. Hepimizin ses teli var hepimiz güzel sesler çıkartabiliyoruz, herkes bu işi yapabilir, ancak sanat eğitimi ses, şan eğitimi almış eğitimli biri şarkı söylediğinde onunla kendimizi kıyasladığımızda bizim sadece belirli sesler çıkardığımızın müzikle hiçbir ilgisi olmadığını anlıyoruz. Ortak akıl aklı olan karşılıklı iki kişinin karşılıklı olarak konuşması olarak algılanmaması gerekir. Bunu ben alışveriş merkezlerindeki kasalara benzetiyorum. Alışveriş merkezlerinden birşeyler alıyorsunuz en son kasada hesabınızı görüyoryar, son dakika akılda olmayan çiklet, pil vb. şeyler var. Oradaki piller benim çok dikkatimi çeker genellikle 100 adet 1,5 voltluk piller var yanyana koyuyorlar. Yüz tane pilin birinin artısını diğerinin eksisine zincir şeklinde bağladığınızda toplam 150 volt etmesi lazım. Halbuki öyle değil her biri tek tek orada duruyor. Demek ki ortak akıl da öyle yanyana koyunca birşeyin fazlası oluşmuyor. Biz sizinle yanyana hatta kol kola girsek, bizimle birlikte yüz kişilik bir zincir oluştursak kol kola ortak akıl yürütmek için istekli kişilerden oluşan bu grupla ortak akıl yürütmüş olur muyuz? Basit pilleri birbirine bağlarken basit te olsa bir teknoloji gerekiyorsa, ortak aklı oluştururken de bir teknoloji olması gerekir.. Teknoloji diyince herkesin aklına elle tutulur şeyler gelir. Mikrofon bilgisayar teknolojisi vb. Elle tutulmayan ama gözle görülmeyen ala teknolojinin altında katman olması gerekene kendimce bir isim taktım “yumuşak teknoloji” soft teknoloji. Ortak aklın altında katman var. Ortak akıl yürütmede ne kadar istekli olursanız olun katmanda sorun varsa ortak akıl oluşamıyor.

Ortak akıl bizi ortak hedefe, ortak kazanımlara, ortak menfaatlere götüren üç adımda gittiğimiz bir yer değil mi?

Bu kesin hepimiz bunu istiyoruz bazı kişiler miş gibi yapar istemez onu kasdetmiyorum. Gerçekten ortak akıl ihtiyacı olan kişileri kasdediyorum. Şimdi burada 4 tane faktör var.

1.Ortak akıl dendiği anda adı konmamış bir itiraf yer alıyor. Ortada bir sorun var bu sorunu çözmek için benim aklım bu işe tek başına yetmiyor dolayısıyla sizin aklınızdan da biraz yardımlaşma istiyorum der gibi. İnsanların çok da istekli olmadığı bir şey var. Gayet içtenlikle safiniyetle şunu kabul etmemiz gerekiyor ki hiç kimse aptal değildir. Ama herkesin de zihin kapasitesinin sınırları var, üstelikte böyle belli birimlerle ölçülen 8, 10, vb. IQ’ları kasdetmiyorum. Çok alışık olduğumuz hergün üzerinde oynadığımız konularda akıl yürütmek farklı bir şey, ilk kez karşılaştığımız konuda akıl üretmeniz farklı bir şey. Dolayısıyla sizin zihinsel kapasitemizle en azından şekil olarak faklı olabilir. Siz benden çok daha zeki olabilirsiniz ama farklı bir zihinsel bakış gerekebilir. Birincisi samimiyetle safiniyetle kendi akıllarından daha farklı akıllar bir araya getirilerek daha üstün bir akıl olabileceğini kabul etmek gerekir. Kime sorsanız böyle bir kavrama “tabiki kabul ediyorum” diyor ama gerçekte o boşalmışlığı o samimiyeti göstermiyor. Beyaz sayfayı göstermiyor.

Diğerleri: Gerçekten teknoloji, ortak akıl üretmenin ilk olmazsa olmaz koşulu soru sormak ama doğru sormak. Soru sormayı biz biliyoruz sonuna mi? Eki koyduğumuzda soru cümlesi oluyor. Ama mi demekle yetmiyor bu iş. Doğru soru sormanın üç tane ayırt edici özelliği var. Birtanesi birbirinden farklı cevapları olabilecek sorunları bir araya getirip paketleyerek çözüme yönelik bir soruyu karşımıza getirmek, soru şekline getirmek. Örn. Çocuklarımız gençlerimiz iş arıyorlar, “ben nasıl iş bulabilirim?” Bu Türkçemize uygun bir soru ancak bu sorunun bu haliyle cevabı verilemez çünkü içinde birbirinden farklı olabilecek cevaplar var. Ben neler yapabilirim, neler yapmaya razıyım, ne kadar çalışabilirim? Gibi cevaplar var. Ben bazen konferanslarda “sizlere 50 bin dolarla çalışacağınız iş teklif ediyorum” var mısınız? Hiç düşünmeden “evet” diyorlar. Benim böyle bir misyonum yok ama, (tuzak bir soru) cevap yok. Demek ki yapmak istemeyeceğimiz işler var çok uçtan bir örnek verdim. Hemen cevap verilemeyecek kadar keskin ve net olmayan sorular olabilir “Ugandada yasal, ahlaklı, düzgün bir iş var oraya gider misiniz?” gider miyim gitmez miyim, burada ailem var annem babam var onlardan nasıl ayrılabilirim ki? Gibi mesafe sorunları ortaya çıkıyor. Demek ki doğru soru demek tekil olacak içinde birbirinden farklı cevapların birleşimi olmayacak. Bu her zaman çok kolay değil sonradan söyleyeceğim bir başka teknolojiyi gerektirecek.

İkincisi: İçinde bulunduğumuz kavramlar belirli olacak birisi gelip sorsa “ben nasıl başarılı olabilirim?” dese doğru bir soru ama başarı kavramı “ne pahasına başarılı olunacak” kavramına çok bağımlı. Başarı kavramı belirli değil, birilerini kandırmak pahasına mı, gözü kara olmak pahasına mı, birilerine hoş görünmek pahasına mı?, kimleri neleri riske atmak pahasına mı? Bir çok belirsizlik kavramını içinde barındırdığı için birçok kişi için başarı sayılan bu belirsizlikler diğerine göre başarısızlık olabilir.

Üçüncüsü: Türkçe’de tam karşılığı “laf salatası” hele de şimdi yabancı dilden gelmiş birçok kavramlar var onları da içine karıştırdığınızda dinleyenler de önemli bir şey olduğu kanısına vardıklarından dinlemekten hoşnutlar. Onun için bu tip sözcüklerden arındırılmış etsiz kemiksiz dosdoğru süs ifadesi katmadan ne söylemek istiyorsanız onu söylemeniz gerekir. Bu üç kuralı bir araya getirdiğinizde doğru soru oluyor, hatta sadece soru sorarken değil konuşurken de tekil belirli net birinci teknoloji oluşuyor.

İkinci teknoloji: Kısa konuşma meselesi. Şimdi hani kısa kes Aydın havası olsun diye bir kavram var. Oradaki kısa kesmek kavramı ile benim söylediğim aynı şeyler değil, Çok uzun süre harcayabilir saatlerce zaman harcayabilirsiniz. Anlattığınız konudan içinden bir cümleyi ya da bir kelimeyi çıkardığınızda anlamı değişiyorsa belirsizlik oluşuyorsa demek ki siz kısa ve öz bir anlatımda bulunmuşsunuz demektir. On saniyelik bir konuşmanın tüm kelimelerini çıkarsanız da bir şey anlaşılmıyorsa bu uzun bir anlatımdır. Kısa ve öz konuşmanın nasıl olması gerektiği anne baba, okul ve ev yaşamından sosyal yaşamına varıncaya kadar kısa ve öz ifade etmenin öğrenilmesi gerekiyor.

Üçüncüsü de: Bunları birbirine bağlayan bağlaç gibi. Rasyonel düşünceyi, ilk ikisini insanlar becerebilirler, ama yine de konuştuklarını ve yazdıklarını bir zincir gibi bir sıkı ve kopul olmadan bağlanmamış ise bu bir rasyonel düşünce değildir, bu şekilde ister kısa ister uzun ister çok önemli olsun, küçük çocukların çevreden duydukları kelimeleri yan yana koyarak bizim de çok hoşumuza giderek dinlediğimiz cümlelerden farklı değildir. Kesin yargılarla net gözlemim o dur ki çok az kimsenin sahip olduğu düşüncelerini ifade biçimi nitekim örneklerini de televizyon programlarında tartışmalarında kopuk cümleleri baklaya benzer bağlaçlarla birbirine ekleyerek toplumu ikna etmek için bir araya getirdiklerini bütünleştirdiklerini gözlemliyoruz okuyoruz. Bu üç tane teknolojiyi bir araya getirdiğimizde ortak aklı becerebiliriz. Bunun örnekleri var mı var, hatta biz de yapıyoruz, Almanlar daha iyi yapıyorlar, zorunlu koşullar, tehditkar koşullar bunları zorluyor. Örneğin depremlerde felaketlerde büyük acılarda yaşadığımız hastalık ölüm gibi ani ve çabuk ölümlerde bunu yaşıyoruz. Kimsenin uzun ifadelerle anlatımda bulunmasına lüzum yok, poker ve beyzig oyununda insanların bir tek kelimeyle çok şey söylüyorlar ya orada her bir kelimenin birçok anlamı var dört harften ibaret bir şey söylüyorsunuz “rest” o kelimeyle belki bütün varınızı yoğunuzu masaya koyuyorsunuz anlamı o kadar derin. Dolasıyla Askerlik mesleği mesela, şiirsel ifadeye değil doğrudan doğruya hedefe yönelik söylemler gerekir. Bu tip koşullarla karşılaşmadan bunun egzersizini yapmanız gerekiyor. Hollandalılar bunu çok iyi yapanlar. Bizim vakfımız var hem orjinalini hem çevirisini koyuyoruz. Hollandalıların bir özelliğini anlatıyor. İster apartman yönetim toplantısı olsun ister hükümet toplantısı olsun, bakanlar kurulu toplantısı olsun orada ortak akla dayanmayan hiçbir konu yoktur. Hollandalılar deniz seviyesinin altında yaşıyorlar, bugün sofistik bir şekilde teknolojiyle suyu kumanda ediyorlar. Daha önce teknoloji yokken de bu işi hallediyorlardı. Bu arada başka bir problemi de çözüyorlardı kanallarla (su yollarını)komşu ülkelerle olan taşımacılık işini çözüyorlardı. Bunun içinde suyun alçalıp yükseldiği zamanlar med-cezir’de ortaya çıkan büyük su kütlelerinin uygun mekanik yöntemlerle bu işin çözülmesi gerekirdi. Bu işin çözümlenmesinde bir kişinin çıkıp ta ben bu işi şöyle çözümlüyorum, aklıma gelen şey doğrudur başka da bir laf istemiyorum demesi kimsenin haddi değildir. Çünkü sonucu binlerce onbirlence insanın ölümüyle sonuçlanabilecek bir fekalet olacağından böyle birşeye cüret etmek yerine ortak akılla çözümlemesi gerekmektedir. Çok doğru da olsa kendi fikrini bir başkasının aklıyla birleştirerek onun katabileceği birşeyler var mıdır diye araştırarak ortak akıl oluşturmaya gidecektir. Bunu hepimiz hayatımızda yaşamışızdır, sizi bilmem ama ben çok yaşadım.   Bize çok akıllıca gelen bir çözümün bir başkasıyla konuştuktan sonra daha net görmemizi sağlaması. Yani dolayısıyla ortak akıl oluşturamamazın altında ortak aklın teknoloji olmadığını, aklı olan kişilerin bir araya gelerek daha üstün bir akıl oluşacağı varsayımıdır.