Yine yoğun bir iş akşamı eve dönerken düşünce kristallerim ışıl ışıl,
İşten eve dediğin on dakika, en büyük zenginliğim.
On dakika ama; değerli kılarsan, seni taşıyacak kadar uzun.
Arabanın radyosunda Sezen Aksu’nun deli şarkısı ;
‘’ Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu,
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze’’.
Ne güzel bir laftır bu ‘’BUĞU’’ diyorum kendi kendime.
Buğunun, belli ki üstüne sindiği herneyse, ona söylediği bir şey var.
İnsanlar bir buğunun üstüne ne şarkılar, ne şiirler, ne sözler üretmiş.
Ne zaman düşeceği, kırılacağı, sızılanacağı belirsiz hastalarımla dolu,
Ne zaman başlayıp, ne zaman biteceği bilinmeyen mesaime teslim,
Katıdan sıvıya, oradan buhara giden maddevari gibi bir hayat bizimki de,
Üzüm buğusu gibi bulaşmış üstümüze meslek, nereye dönsek o.
Şarkı beş dakika, iki defa dinlesen eve varıyorsun zaten, zaten de,
Derin düşüncenle buluşursan o an , bir buğuya binip gidiyor insan.
Öyle güzel bir telaffuzu var ki buğunun, sadece güzel Türkçemize özgü,
Görüşümüzü engelleyen bir doğal örtü de olsa, insanı ısıtıveriyor.
Oysa bir belirsizlik, arkasını hayal meyal gösteren bir belirsizlik buğu.
Bugün bitince ne olacağını bilmediğimiz yarının önündeki kesafet buğu,
Düşüncelerimizin, duygularımızın üzerine sinmiş belirsizlik buğu,
Tıpkı Firuzenin belirsizliğine, yanıtsızlığına atfedilen üzüm buğusu gibi.
Tıpkı Edip Cansever Ustanın ‘’ Belirsizlikleri’’ ona benzetmesi gibi,
Atlar atlar atlar,
Geçtiler penceremin önünden,
Buğulu cam, buğulu cam, buğulu cam
Geçtin penceremin önünden.
Attan, buğulu camdan, düşten…
●●●●○○○○●●●●
İşten eve bir on dakika zamanım var, buğu beni on bin fersah derine aldı,
Buğu, buğulu ne güzel bir sözcük, anlamını tam resmeden durulukta,
Şairin’ Çocukken her gördüğüm buğulu cama kalp çizer mutlu olurdum,
Aşkı bilmezken’’ dediğine nazire, ben de buğudan mutluyum bu on dakika.
Soğuk bir günde, güzel asmanın üstünden sarkan üzümün buğusundan girip,
Çaydanlığın, bardağın üstündeki sıcak soğuk çarpışmasındaki buğuya,
Camın üstünde ulaşabildiğimiz, saatin içinde ulaşamadığımız buğuya dalıp,
Ekmeğin buğusundan çıkıyorum dostlar o akşam.
Tıpkı depderin usta Ümit Yaşar’ın ekmeğinin buğusunu anlar gibi;
‘’Ben senin en çok sesini sevdim, buğulu çoğu zaman,
Taze bir ekmek gibi…
Kısacık on dakikaya ve küçücük buğunun üstüne ne anlamlar yükleniyor.
Geçmişe bakıyorum o kelimenin içinden, hakikaten buğulu geçmiş.
Nasıl yalıtımı kötü, soğukluğu sızdıran yüzeylere vurduğunda sıcaklık,
Gaz halindeki sıcak buharın sıvılaşıp bir tabaka oluşturmasıysa buğu,
O yoğuşmayı yaşayan yalıtımı kötü belleğimdeki soğuk anılara,
Şimdi sıcaklığı vurunca, üstünü yalapşap örten şey bu bahsettiğim buğu.
Geleceği hayal ediyorum, her hayalimin üzerini kaplamış yine bir buğu,
Aynı bir cam buğusunu silmiş el izi içinden, dışarı ve uzağa bakmak gibi,
İz yeniden yeniden buğulanırken, bakıp görebilmek geleceği.
Eve varmak işten değil ama on dakika birden oldu çok dakika.
Yine Tarsuslu ağabeyimiz Ümit Yaşar Oğuzcan’ın deyişiyle;
‘’ Toprak endişeli, gökler buğulu…
Zamanı unutuyor insanoğlu’’…
●●●●○○○○●●●●
Ve şarkı da bitiyor zaten eni sonu, yol gibi, ömür gibi,
‘’ Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu,
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze’’.
Bir buğu kalıyor, dilimde tadı, gözümde izi, belleğimde imi.
Üzüm buğusu.
Edip Cansever usta sesleniyor sanki benim hissettiğime ortak,
‘’ O bir gün, yuvalanmış sanki içinizde,
Buğulu cam tıpkı, hiçbirşey görünmüyor,
Besbelli dışınızdan bakıyor.’’
Buğunun ardında mutlak merak ettiğimiz, aradığımız bir şey var,
Ya da öldürmek, unutmak, bırakmak istediklerimizi örtüyor o buğu.
Ne güzel bir sözcük bu buğu yahu, nasıl da anlamını çağrıştırıyor.
Su uçuğu gibi hayatlarımızı, soğuk yaşam yüzeylerine yoğuşturup,
Ya geçmişin tozlarına, ya geleceğin üşerlerine ince damlalar halinde,
Tıpatıp bir pencereyi tutan, üzümü kaplayan buğu misali bıraktığımız,
Hayalkırıklıkları, pişmanlıklar, kaygılar, korkular o buğu.
Elektrik ve enerji yüklü öğecikler, öğecik kümeleri olduğumuzun,
Zamanın üstümüze bıraktığı buğunun içinde kıvrandığımızdan habersiz,
Ne on dakikalar yaşıyoruz diyorum kendi kendime.
Hakikaten de ‘’ Üzüm buğusu gibisin sen Firuze’’…