Bir Pazar Günü Uyanışı
Biri, bir Pazar günü uyandı.
Rüyasında yürüyordu, hatta koşuyordu.
Bir bayırın başında, yüzünde rüzgar, saçlar uçuşarak,
Gözü açıldığında bacaklarını hissetmeye çalıştı.
Kıpırdamayan, hissedemediği bacaklarına baktı.
Hareket edememenin tutsaklığında neler üretmişti.
Sanatçıydı, dünyayı farklı gözle görmeseydi eğer,
Bacaklarının hareket edememesini de sıradan düşünecek,
Ve üzülecekti, ama üzülmedi, uyandığına mutlu oldu.
Andre Gide’in bir sözü aklına geldi:
O ‘’ Sanatçı tutsaklıkta doğar, serbestlikle ölür’’ dememişmiydi ?
∞Ω∞
Seksenindeydi öteki, yağmurlu bir Pazar gününde uyandı.
Rüyasında dimdik yürüyor ve her şeyi anımsıyordu.
O anlatırken insanlar dinliyordu, gurur vardı.
Gözü açıldı, titreyerek kalktı, neredeydi, kimdi ?
Dimağ tatile çıkmış, organ kapasitesi uruptan da azdı.
Kendine bakan kadına baktı , tanıyamadı, iyiki de tanıyamadı.
Bakıcı kadın da rutin, ‘’hadi boncuk kalk’’ diye mırıldandı.
Boncuk ? Çok hoşuna gitti, keyifle güldü.
Kaybolan zaman, bunun farkında bile olmamak ve boncuk.
Dante Alighieri’nin tezi doğrulanıyordu.
‘’ Zamanın kaybolduğunu bilenler, buna en fazla üzülenlerdir’’.
∞Ω∞
Kuş seslerinin insan ruhuna değdiği bir Pazar öteki uyandı.
Rüyasında dinlediği şarkı muhteşemdi, tını enfes,
Kendide şarkıyı mırıldanırken uyandı, gözler açıldı.
Ne kuş seslerini nede mırıldandığı şarkıyı duyamadı.
Yattığı yerden pencere dışına baktı ve kuşları gördü,
Ne güzel bir gün dedi, duyamadan ama görerekten duyup…
Rüyasında duyduğu, aslen duyamadığı şarkıya devam etti.
Gabriel Garcia Marquez sanki onun için söylemişti:
‘’Yaşamındaki sınırlar, yalnızca senin belirlediklerindir’’.
∞Ω∞
Güneşin çok parlak olduğu bir gün, beriki uyandı.
Rüyasında gözlerini kırpıştırarak güneşe bakmaya çalışıyordu.
Uyandığında mutfaktan gelen çaydanlık sesi, harikaydı…
Gözlerini açtı, her yer yine karanlıktı, siyah gözlüğünü taktı,
Geride bıraktığı karanlıkla, ilerideki karanlığı düşündü, güldü,
Seslerden çizdiği tablonun içinde kalktı. Dokunarak baktı.
Mis gibi taze simit kokusu ve eşinin tatlı dokunuşuyla aydınlandı.
Pencereyi açtı, ona bakan ve duyamayan komşusunu hissetti,
Samimi bir espiri ile bağırdı:
‘’Benim duyduğumu, sen görüyormusun ?’’
∞Ω∞
Yine bir Pazar, parmaklıklı binada bir mahkum uyandı.
Rüyasında özgürce dolaştığı kenarından denize bir taş attı.
Gözler açıldı, karısının aldığı bir don, bir fanilaya takıldı.
O gün, onu ilk defa güneşe çıkaracaklardı, sevinçle kalktı.
Bedenindeki tutsaklığa rağmen beyninin özgürlüğüne baktı.
Kendinden bu kadar uzak gökyüzü, mavi ve geniş, şaştı
Dayandığı beyaz duvarda, bir cigara yaktı, gökyüzüne baktı.
Tutsak olmayan tek şeyi, beyni, dedi ki:
‘’Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele’’
∞Ω∞
Ve nihayet herhangi bir Pazar, bir adam bir güne göz açtı.
Rüyasında felç olmuştu, göremiyor, duyamıyordu,
Nasıl bir kabus bu, hemde tutsaktı, kan ter içinde uyandı.
Önce derin bir nefes aldı, hafızası ve bilinci tamdı.
Ellerini ayaklarını hareket ettirdi, kımıl kımıl.
Kalktı tek başına, yürüdü, odayı adımladı.
Pencereden güneşe baktı, gördü.
Sabah öten kuşları dinledi, duydu.
Penceresini açtı, özgür ufkuna daldı.
Yine de;
İçinde sıkıntı, akıl karışık, ümitsiz, pişmandı.
Heyhat;
Oysaki bilse, mutlu olması için ne çok neden vardı.
Emre Toğrul