Bu kitap kaderimizde vardı: ‘Derviş’in Aklı’

Biri Türkiye’nin en sevilen ve en saygın psikologlarından… Diğeri, sadece Türkiye’de değil, Amerika’da da ders vermiş bir akademisyen. Doğan Cüceloğlu ve Prof. Ahmet Dervişoğlu, aynı zamanda tam yarım asırdır dost. Bu kez sohbetlerini kayda aldılar ve ortaya ‘Derviş’in Aklı’ adlı kitap çıktı.

Cüceloğlu tarafından yöneltilen sorularda Dervişoğlu, sadece elektrik ve elektronik mühendisliği hikâyesini anlatmıyor, aynı zamanda dekanlık yapmış bir bilim insanı olarak Türkiye’nin gelişimini de özetliyor.

Kendinizi kaç yaşında hissediyorsunuz?

Doğan Cüceloğlu: 79’a girdim ama 56’dan 57’ye geçiyor gibi hissediyorum. Bir gün uçakla Antalya’ya gidiyorum. Yanımda iki buçuk yaşında bir çocukla annesi var. Çocukbana baktı bir şey söyledi. “Anlayamadım” dedim, annesi “Bir şey değil” dedi. Yine baktı, söyledi. Bana söylüyor, eminim ama anlayamıyorum. Bir daha söyledi. Sonra annesi söylemek zorunda kaldı, çocuk “Saçın beyaz, niye ölmedin” demiş. “İşimi çok seviyorum, ondan dolayı yaşlanmadım” dedim.

Ahmet Dervişoğlu: 2000’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nden emekli oldum, dokuz sene dekanlık yaptım. On iki sene Yeditepe’de çalıştım. 77 yaşına gelince “Emekli olayım” dedim, “Aman” dediler. 78’de nihayet emekli oldum ama yine teknik üniversitede birinci sınıflara bir dersi bana verdirdiler. Bir öğrenci “Hocam siz neden burada ders vermeye devam etmiyorsunuz” dedi. 81 yaşındayım ama reaksiyonlardan performansımın iyi olduğunu anlıyorum. Keyifliyim, enerjim yerinde, düşünme mekanizmam yerinde. Benim için önemli olan bu; yaş değil.

Yollarınız nasıl kesişti?

A.D.: 1962’de Illinois Üniversitesi’ne doktora yapmaya gittim. Sen 1964’te geldin, değil mi Doğan?

D.C.: Evet. Orada tanıştık.

A.D.: 50 sene olmuş. O zaman okulda 60 Türk vardı, 30 kadarı subaydı. Çünkü onlara master yapsınlar diye NATO bursu vermişlerdi. Bir derneğimiz vardı ama hep subaylar başkan oluyordu. Doğan’a “Sen başkan ol, bir kere de siviller ihtilal yapmış olsun” dedim, o başkan oldu. Doğan benim için çok başka bir insan. Askerde yeni insanlarla tanıştım ama notlarıma “Doğan gibisine rastlamadım” yazmıştım.

 

MERHABA YAŞAM! HADİ DANS EDELİM


Siz hayatınız boyunca hep not mu aldınız? Mesela “1967’nin 5 Ağustos’unda filanca şey oldu” derken nasıl hatırlayabiliyorsunuz?

A.D.: Hafızam iyi ama not tutma mekanizmam da iyi. Hatta ‘nerede’ diye bir dosyam bile vardır. Pasaporttan tutun da pikeye kadar, nerede durur hep yazarım.

Ve hep iyi anıları hatırlarmışsınız, doğru mu?

A.D.: Bu benim temel özelliklerimden biri. Kötüyü hatırlarım ama kayda geçirmem. Bu kitap çıktı, iyi reaksiyonlar geliyor değil mi? Hanım “Filanca kişiden hiçbir yorum gelmedi, bu ne biçim iştir” der ama ben onu hiç düşünmem, sadece iyilere bakarım. Bana göre akıl, kendi tecrübelerinden ve başkalarının tecrübelerinden yararlanarak doğru karar verme yeteneğidir. Ders alınacak tecrübelerimi hiç unutmam, 60 sene geçer, aynen durur ama hayata hep iyi tarafından bakarım.

D.C.: Ben kötü şeyleri hatırlıyorum ve oradan sorumluluk alıyorum. İnsanlara baktığımda melodiler tahayyül ederim. Bazı insanlarda “Kader vurdu” diye acıklı bir melodi vardır. Ahmet’in melodisiyse senfoni gibi: “Merhaba yaşam, hadi dans edelim…” Ben “Dans edeyim mi etmeyeyim mi önce bir anlamak lazım, benimle ilgili ne düşünürler” diye düşünürüm. 10 yaşında annemi kaybettim, büyük bir sarsıntı geçirmişim ama o zaman anlamamıştım. İkinci kere doğdum yani. Evvelki Doğan alıngan, hayatı kendi merkezi etrafında gören, küsüp küstüğünü dahi söyleyecek kadar bile cesareti olmayan ve kendi içinde var olmasının farkında değildi. Ama çok şükür özellikle boşanma sürecinden sonra yani dibe vurduktan sonra yeniden düşünüp kendimi inşa etme sürecine girdim.

Peki, bu kitap nasıl ortaya çıktı?

D.C.: Bu kitap kaderimizde vardı. Ben Ahmet’ten kendi yaşamından sorumluluk alıp kendi yaşamının efendisi, yöneticisi olduğunun farkında olmayı öğrendim. Mesela sohbete otururduk, daha başta “Yarın dersim var, erken yatmam lazım” derdi. Böyle bir sorumluluk benim için yeniydi. Ahmet Dervişoğlu’nun bu toplumda yaşamış olduğunu ve mutlu olduğunu herkes bilsin istedim.

 

MUTLU İNSANLAR MUTLULUK HABERLERİNDEN HOŞLANIR 



Siz gerçekten mutlu musunuz?

A.D.: Mutluyum ama bunu benim söylemem önemli değil, başkalarının söylemesi önemli. Anket yapıp “En mutlu il Sinop” diyorlar. Bunu öğrenmenin dolaylı yolları vardır.

Ne gibi?

A.D.: Mutlu bir insan girdiği yere mutluluk getirir ve mutlu insanlar mutluluk haberlerinden hoşlanır. Türkiye’deki medyaya bakın, daha çok mutsuzluk haberi veriliyorsa demek alıcılar mutsuz. Ben sadece aklımı kullanarak bu yoldayım. Herkes kendi gücüne göre bir yol tutacak. İnsanları sevecek ve elinden geldiği kadar onlara yardım edeceksiniz. Kendinizi de sevecek, hayatınızı yaşayacaksınız ve saçınızı süpürge etmek hiç kimseye iyilik değildir.

Önce kendimiz, sonra başkaları mı?

A.D.: İkisi birlikte. İnsanları sevemezsiniz mutlu olamazsınız. Otobüste yanına ter kokan biri oturdu, burnunu kıvırdın, mutlu olamazsın. Terlemiş, evet ama o da insan. Hayatta temel prensip insanları ve kendini sevmek, kendi hayatını yaşamaktır.

 

KÖYDE OKUL YÜZÜ GÖREN İLK KİŞİ ABİMDİ

Doğduğunuz yer olan Akçapınar’da mı oldu bu sohbetler; kapak fotoğrafınız orada çekilmiş?

A.D.: Kitabı en son orada toparladık diyebiliriz. Akçapınar, ben doğduğumda 500 sene önceki hayattan farklı değildi. Hiçbir şey yoktu, toplumu izoleydi. Babam muhtar oldu, ağabeyim onun evraklarını okumak için okuma-yazma öğrenmek istedi. 1934 yılı o zamanda okuma-yazma seferberliği var ama köyde okul yok. Abim Gönen’de bir yakınımızın yanında kaldı ve parasız yatılıyı kazandı. Sonra ben de kazanınca kaderimiz değişti. 500 senelik köyde okul yüzü gören ilk kişi abim, ikincisi de benim. Beş kardeşin üçü yüksek mühendis oldu. Bu beni çok mutlu bir insan yaptı.

Kaynak: Hürriyet Kelebek