Büyük Adana Bölgesi/Yazı dizisi 2 – Salime Kaman

Bilim, gerçeği bilmektir.

En büyük gerçekler ve ilerlemeler, fikirlerin serbest ortaya konması ve karşılıklı tartışılması ile meydana çıkar ve yükselir.

Mustafa Kemal Atatürk

 

Bu bölümde de, Büyük Adana Bölgesi ile ilgili tarihi ve coğrafi değerlerle birlikte yaşanmışlıkları, yapılmış bilimsel çalışmaları öğrenmeye, anlamaya birlikte devam ediyoruz.

Arthur Schopenhauer, ‘Hiçbir şey anlamlı düşünceleri herkesin anlayabileceği şekle getirmek kadar zor değildir.’ Der.

Benim için zor olmayacak; çünkü bu topraklar üzerinde doğmuş, büyümüş, öğrenmenin mutluluğunu tatmış öğrendiklerini paylaşmaktan büyük keyif almış kendi alın terini umutla döken, muasır medeniyet seviyesini yakalamanın yolunun üreten bir ülke olmaktan geçtiğini toplumsal görev olarak benimsemiş biri olduğum için.

Yol haritamı biliyorum. Okuyucumu düşünerek yazıyorum. Sıkmadan, sade, açık ve yanlış anlaşılmadan.

Tarih kavramına yüklenen anlamda dönemlere göre belirlenen farklılaşmalar, yani geçmişe ilişkin toplumsal anlamda değerli bulduklarımızdan (seçip ayırdıklarımızla) şimdi de inşa ettiğimiz gerçeklikler ve bu gerçeklikleri inşa süreci olarak tanımlanan tarih, her dönemin- devrin- zamanın ruhuna uygun şekillenmiştir.

Çukurova’nın tarihini de ilk anlatan Heredot (Herodotus) olmuştur.

Heredot (Herodotus) ( M.Ö.460-365) bir seyyah edasıyla, farklı toplum ve coğrafyalara ait yaşantı ve kültürler hakkında bilgi verirken geçmişe ilişkin olayları, hikayelerin anlatımı şeklinde yapmıştır.

Şimdi kendime, soruyorum. Çukurova halkı kimdir?

Bu topraklarda birçok medeniyetler yaşamışsa eğer, halk topluluklarının etnik yapısı da mutlaka karışık olacaktır.

Prof.Eduard Meyer, ‘İda Dağı’ mağarasında bulunan isim listesini dikkate alarak, Çukurova halkının Sümerler ile akrabalık ilişkilerinden bahseder. Çukurova’ya Türkler hakim olmadan, yerleşmeden önceleri, etnik yapının karıştığını da vurgular.

Prof. D. Barnett ise Çukurova halkının Doğu asıllı olduklarını ifade eder.

Yerli Anadolu halkı, Hattiler, ( yerli halk ile kaynaşmış kendi kültürünü kabul ettirmiş Asya kökenliler) Hurriler, M.Ö.2300 yılında Kafkaslardan Mezopotamya’ya, Zaglos dağları bölgesine, daha sonra M.Ö.2000 yılında Çukurova’ya gelmişler. M.Ö. 800-700 de Geç Asurlular, Çukurova’ya egemen olmuşlar.

M.Ö. 700 yılından itibaren bölge Kilikya diye adlandırılmıştır. Heredot (M.Ö.5.yüzyıl da), Kilikya’nın sınırlarını Kuzeyde Kızılırmak, doğuda ise Fırat nehrine kadar ulaştığını yazar. Herodot, Çukurova’ya Kilikya ismini bir Fenikeli olan Agenor’un oğlu Cilix(Kiliks) den aldığını söyler. Kiliks’in yerleştiği Çukurova’ya, Kilikia,halkınada Kilikyalı denmiştir. Kilikyalı ismine, ilk defa Homer’in İlyad(İlias) destanında rastlanır.

Hititlerin bölge ile ilişkileri M.Ö.1550-1200 arasında yoğunluklu olarak devam eder ve M.Ö.130 yıllarına kadar Kizzuwatna (Çukurova) anlaşmalarla Hitit Devleti ile eş tutulur. Çukurova böylece Hitit etkisinin büyük izlerini taşır. Hitit kültürünün, Kizzuwatna( Çukurova)’nın dinine, edebiyatına, günlük yaşantısına yaptığı etkiler oldukça fazladır. Hitit arşivleri Hititçe çevirileriyle Kizzuwatna tabletleriyle doludur. Kizzuwatna Çukurovanın en eski ismidir.

Türklerin Çukurova’ya gelmeleri MS 780’den itibaren Araplarla beraber başlar.

Hattilerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri bilinmemektedir. Ancak bu halkın arkalarında bıraktıkları eşyalardan ve bazı sözcüklerden Altay kökenli oldukları bilinir. Hattiler, toprak işlemeyi, hayvan yetiştirmeyi ve siteler kurmayı bilirler. Çukurova’daki Sission (Kozan/Sis) da bunlardandır. Çukurova’nın en önemli kalelerinden biri olan Kozan (Sis) Kalesi, “Amfi tiyatro” şeklinde inşa edilmiştir. Sis kalesi, kuzey ve güney olmak üzere iki ayrı kale grubundan oluşur. Bu bölümler bir sur ile birbirine bağlanmıştır. Daha dışarıda olan ikinci sur ile, Kalede Asur, Roma ve Ermeni dillerinde yazılmış bir kaç yazıt bulunmuştur.

 

Çukurova’da 4000 yıldır çeşitli medeniyetler hüküm sürmüştür. Bu medeniyetler:

-Sümerler

-Hurkiler

-Liwiler

-Hititler

-Asurlar

-Persler

-Selefkoslar(Makedonyalılar)

-Korsanlar Dönemi

-Romalılar

-Bizanslılar

-Selçuklular(Ramazanoğulları)

-Haçlılar

-Memluk(Mısır Türk Devleti)

-Osmanlılar dır.

Bu topraklar, yukarda sıraladığım medeniyetlerin üzerinde yaşadığı yerdir. Coğrafyası gibi tarihi değerleri çok önemlidir. M.Ö. 3000 yıllarında Mezopotamya’da icat edilen çivi yazısını tanıyorlardı. Kendi dillerinde ve/veya yaşadıkları medeniyet dillerinde yazı yazmışlardır. Hitit kaynaklarında bu yazı tabletlerden bahsedilmiştir. Bu tabletler bulunduğunda Kizzuwatna(Çukurova)ile ilgili geniş ve sağlıklı bilgilere sahip olacağız.

‘Ancak üzülerek yazıyorum; Paleotik Çağ da (Eski Taş Çağı günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuş) insanların yaşadığı Taşucunda ki Sırtlanini Mağarası içi doldurularak foseptik çukuru olarak kullanılmaktadır. Bu tip taş devri sığınak yerleri oldukça çoktur.’

Tarihimizi sahiplenmediğimiz için ‘Çukurova tarihi’ kayıtlarımızda parça parçadır. Kesintisiz bir anlatım yoktur. Çok üzücüdür!

Bizanslılar döneminde, Bizans reconquistası (Bizansların müslümanların varlıklarını ortadan kaldırma amaç ve çabalarına verilen ad) buradaki tüm Arap-Müslüman nüfusu öldürmüş ancak daha sonra, Bizanslılar bu katliamdan çok pişmanlık duymuşlardır. Çünkü bölgede üretim yapacak insan kalmamış. Bizans, Arap, Grek, Türk, Suriyeli ve Ermeniler’den oluşan karışık nüfusa ek olarak, Bizanslılar yok ettikleri bu nüfus boşluğunu doldurmak için buralara bulabildikleri her kavimi yerleştirmiş. Bunlar arasında Slavlar, Hintliler, Ermeniler ve Suriyeliler de vardır.

Kizzuwatna( Çukurova), dünya tarımının ilk başladığı ve hayvanların ilk ehlileştirildiği bölgelerden birisidir.

Kara, deniz, ve ırmaklar üzerinden sağlanan ulaşım, Çukurova’nın Anadolu ve Mezopotamya ile Doğu Akdeniz arası köprü konumu, tarıma elverişli geniş toprakları ile uygarlık tarihi açısından önemli bir bölgedir. Çukurova, özgün kültürler yaratmış nadir bölgelerdendir.

Çukurovanın 350 kilometrelik sahili bulunmaktadır. Korunaklı doğal limanları çoktur.

3700 metre yüksekliklere varan Toros dağları, ovayı korur gibi sarar.

Dünya tarihinde, M.Ö. 2000 yılında Çukurova’nın merkezi bir kent olarak, ADANİA (Adana) 4000 yıldır adı hiç değişmeden gelen şehrimizdir.

Adana ile kıyaslandıklarında, Ankara, İzmir, İstanbul, Efes, Atina, Roma gibi çoğu büyük imparatorluklara başkentlik etmiş metropoller, Adana’dan en az bin sene geç kurulmuş kentlerdir. M.Ö.1550 senesinde yazılı tarihi belgeler başlamadan çok önceleri, 5000 sene önce bir kent olduğunu kanıtlayan arkeolojik izler bulunmuştur. Bu izler, Tepe bağ ve diğer yakın höyüklerinin altında saklı olduğudur..

Bizanslı İstefan adlı tarihçi, Adana’yı Tarsus’la savaşan Adanos ve Saros adında iki kardeşin kurduğunu yazmış, Adanos’un ismini şehre, kardeşi Saros’un ismini ise nehre(Seyhan-Saros) verdiklerini aktarmıştır. Bu anlatım mitolojik bir öyküye benzese de Adana’nın tarihi çok eskilere dayanan bir yerleşim bölgesi olduğunu belirtmesi bakımından dikkat çekicidir.

Hititler, Çukurova’nın bütününü Uru Adania (Adana yöresi) olarak adlandırmışlardır. M.Ö. 1650 yılında Hitit ve Kizzuwatna kralları arasında yapılan antlaşmada Adania adı kullanılmıştır. Karatepe kitabelerinde ise Danuna ifadesi geçer.

En eski tıp-eczacılık kitabı, Adanadaki Anavarza Antik Kent’inde yazılmıştır.

Bu kitabın yazarı Anavarzalı asker hekim Dioskores’dir. Materna Medica ismine sahip olduğu bu kitabın bir nüshası Viyana’dadır. Daha sonra Kitab-ül Hassasi adıyla yazılan diğer bir kopyası ise Topkapı Saray’ında bulunmaktadır.

Adana, 4 bin yıl öncesinin önemli sağlık merkezlerinden biridir. Dünyanın bir çok yerinden Adana’ya tedavi için gelindiği, hatta M.Ö.1350 de Hitit İmparatoru Muvattalli’nin tedavi için Adana’ya geldiği de tarihi bir gerçektir.

Dünyada ilk organ nakli M.S.305 de Yumurtalıkta yapılmıştır.

Dünyanın dört deltasından biridir Çukurova deltası. (1.Mezopotamya, 2. Hindistan Ganj, 3. Mısır Nil, 4. Çukurova deltası)

Tarsus( Kydnos), Seyhan(Saros), Ceyhan(Pyramos) ırmaklarının yüzbinlerce yıl sürüklediği alüvyonlar bölgeyi dünyanın bereketli ovalarından biri yapmıştır. Ceyhan ve Seyhan ırmaklarının bir hediyesidir Çukurova.

Antik kaynaklar, Toros ve Amanos dağlarından kesilen keresteler, Ceydan Irmağına atılarak Yumurtalığa ulaştırılan kereste taşımacılığından bahseder.

Çukurova, demir, bakır, kurşun, gümüş ve altın madenleri açısından zengin bir bölgedir.

Çukurova, Gülek Boğazı ile Orta Anadolu’ya, Beylan Geçiti ile, Amik Ovası’na ve Suriye, Mezopotamya, Fenike sahilleriyle bağlantı sağlar.

Ceyhan Irmağı’na parelel uzanan Nur Dağları( Parion) veya Misis Dağları, jeolojik çağlarda Toros dağlarından koparak birer ada olarak denizin içine kaymış kara parçalarıdır. Zaman içinde ovanın alüvyonlarla dolmasıyla çöküntü ovalar oluşmuştur. Dağlık kısımlar da yükselmiştir. Roma ve Ortaçağ döneminde bölgeyi işgal altında tutmak isteyen Haçlılar ve Ermeniler, bölgede tutunabilmek için, kale ve müstahkem mevkileri bu yüksek sarp tepecikler üzerine kurmuşlar.

Feke, Kozan, Anazarbos, Dumlu, Yılankale, Kastabala, Hemite ve Toprakkale’dir.

Özetle Adana’da 40, Çukurovada 100 civarında kale vardır.

  1. yy. boyunca pek çok Fransız özel delege ya politik görevler ya da el yazmaları almaları için Osmanlı İmparatorluğuna gönderilirdi.18. yüzyıl başlarında bunlara, Fransa’da yapılan İmparatorluk haritalarını geliştirmek için büyük Osmanlı Kalelerinin ve Osmanlı kırsalının casusluğunu yapmak görevi de verilmiştir. Gezgin/tüccar Fransız Paul Lucas da bunlardan biridir.

Bu yazı bölümünü, P.Lucas’ın Paris’te Fransız Milli Kütüphanesinde bulunan kitabından bir alıntı ile bitirmek istiyorum.

26 Aralık 1706 da Adanaya geldim. Adananın ortasında Parisin Seine Nehri büyüklüğünde Seyhan Nehri geçmektedir. Nehrin kenarında şehrin kalesi vardır. Kale küçük olamasına rağmen sağlam bir temeli vardır. Şato kumandanı beni davet etti ve kaleyi gezdirdi.

Üzerinde kuleleri olan surun şato kadar eski olan kapısından içeri girdik. Bu kapının alt tarafı, büyük demir levhalardan ve üst tarafı üç parmak kalınlığında at nallarından yapılmıştı. Buradan sonra dar yollardan giderek muhafızların oturduğu garnizona vardık. Surları dolaştık. Ben burada küçük bir top gördüm. Bir kaç tanede mühimmat ambarı vardı.Kalede başka görülmeye değer bir şey yoktu.Çevresi 300metreden fazla olmayan kalenin içinden bir taş köprü ile geçilmekte ve buradan kentin dışına çıkılmaktadır. Büyük kemerli su yolları ırmaktan alınan suyu kanallar ile kente akıtıyorlardı. Adana kadar güzel ve çok çeşmesi olan bir kent yoktur diyebilirim. Der.

Sevgiyle Kalın

SALİME KAMAN

KAYNAKÇA

Ahmet Ünal, Çukurova’nın Antik Devirlerde Taşıdığı ?İsimler ile Fiziki ve Tarihi Coğ?rafyası, 2000

Orhan Ürgenç, Büyük Adana Vilayeti.

Çukurova Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Arkeoloji Özel Sayısı, sayı3. 2006