Giderek acı vermez biten şeyler,
Kayıtsız bir razı oluş başlar,
Sıradan izler bırakır en tutkulu aşklar,
Aldırma, deli gönlüm,
Giden gitsin sen şarkılar söyle içinden,
Boş ver,
‘’Felsefe ölmesini bilmektir’’ der Çiçero,
Yaşam ve ölümü, varlığın iki modalitesi olarak anlamaktır bu.
Ancak, bütünün bu iki modalitesini kabul etmekle yol huzurlanır.
Descartes’ın dediği gibi düşündüğünün üstüne daha da düşünebilen insan,
Bildiğinin bilincinde olan Homo Sapiens, bir tek yok oluş tehdidine dirençsizdir.
Onu dirençsiz kılan ise, tekrar tekrar düşünüp bildiğinin bilincinde olmak halidir ki,
Bir türlü tam anlamıyla bilemediği ölüm ve yokoluş karşısında çaresizi oynar.
Bilinç düzeyimiz ve idrakımız kadar sınırlarını çizebildiğimiz yaşamdan kopmayı,
Yaşamdan kopma gibi gördüğümüz ayrılık, yoksulluk, terk ve yalnızlık durumlarını,
Korku, umutsuzluk ve mutsuzlukla karşılama pratiğimiz,
İşte bu idrakle kurduğumuz yaşamsal bağlar nedeniyledir ki,
Balık, inek, ağaç yada taştan farkımızı da oluşturan da budur.
Yaşamın hazlarından kopma ve yeni olacaklara tanıklık edememe düşüncesi,
Herşeyin bizsiz devam edebilme fikri, hem biz hem de bizi seven için çekilmezdir.
İdrakinizde kendinizi nasıl identifiye ettiyseniz, aslında osunuz dense de;
Hergün birşeyin daha bitmesi,
Giderek biten şeylerin acı vermemesi,
Kayıtsız razı oluşlar ve sıradan izlerle süren döngü,
Aslında kendimizi idrak denen fasit daire içine nasıl hapsettiğimizin,
Düşünüp, bilebildiğimiz kadar var olduğumuzu nasıl kaçırdığımızın ispatıdır.
Zaten o yüzden kolaylıkla giden gitsin sen şarkılar söyle içinden, boşver diyemeyiz,
Yeni varoluş hikayelerine yapışmaya, farklı varoluşlara tutunmaya çalışırız.
Felsefe ölmesini bilmektir’’ der Çiçero, doğrudur.
●●●●○○○○●●●●
Ölümü kavrayan ve hergün bir şey daha biter farkındalığında olan için,
Yaşamın zihinde oluşturulan imgeler ve duygular kadar olduğu aşikardır.
Madde ve mana birbirinde ayrılmaz sandığımız bir öz içindeyken,
Sadece zaman ve mekan boyutunda sürdürdüğümüz varlığımızın hikayesinde,
Ölüm vuku bulduğunda, madde mekandan ayrılırken,
Mananın zamanda yolculuğa devam edişine şahit olmak bile,
İnsanı neyin yaşayıp, neyin öldüğü konusunda hala aydınlatamamışsa,
Çiçero ne yapsın dostlar!!!
Bizim varlığımızın sadece kendi zaman dilimi ve uzayda yer tutan mekanında,
Dışımızda olagelenin içinde kalan yaşamlara eşlik ettikten sonra,
Daha da büyük bir sistemin içine dahil olma gerçeği niye bizi üzer?
Zaman ve mekan boyutunda çizilen çerçevesiyle yaşam,
Eğer yukarı doğru çizilen bir spiral olarak grafiklendirilirse,
Ve bu spiralin her dönüşü sadece bir an olarak anlamlandırılırsa,
Aslında her nefeste bir hayat parçası yukarı doğru taşınmaktadır.
Şarkının dediği gibi, zaten hergün bir şey daha bitmekte olduğu halde,
Biz bunu spiralin her dönüşünü, idrak olarak üst anlayışa yolculuk olarak almayız da,
Yok oluşa biraz daha yaklaşmak, terketmek, yokolmak, ölmek olarak anlarız.
Mekansal navigasyon kuralını zamansal forma uyguladığınızda,
Yani geçmişten gelen çizgiyi, bugün noktasıyla kesiştirip ileriye yönlendirdiğinizde,
Zihinsel anlamda idrak ettiğiniz ızdırap dolu yaşamın ölümle yokolması fikri yerine,
Yaşarken zihni özgür bırakıp, bağları koparıp, maddeyi bu yaşamda terkettiğinizde,
Ölümün olağanüstü güzelliği, yaşam-sallığı ve gücü anlaşılacaktır der,
Tüm ezoterik, mistik ve dinsel felsefeler.
Bilinir ki; idrak hürriyeti meselesi ile ‘’KENDİNE ÖLMEK’’ denen mucize keşfedilir.
Yoksa Çiçero daha ne desin, Descartes daha ne söylesin…
●●●●○○○○●●●●
Sırf ‘’kendine ölmenin’’ ötesinde dünyanın derdini de burada bırakma,
Yaşam sonrasına sadece saf bir ruhu taşıma ütopyası kavurur içimizi.
İnsan, yaşam içindeki tüm olumsuzlukları
yaşam sonrasına aktarmamak için,
Kültür ve eseri bilfiil çaresizliğine alet etmeyi yaşam düsturu edegelmiştir,
Dün onların, bugün benim yazdığım, yarın sizlerin yazacağı gibi,
Dün, bugün, yarın benim, sizlerin, onların bıraktığı, bırakacağı gibi.
Bu noktada da yaşamı tam kavrayabilmek, ölümün yaşamsallığını anlamakla başlıyor,
Kültürün ve eserin varoluşunun dahi ölümlü olmamıza bağlı oluşuna bakılınca,
Eğer insanların farkında oldukları şeyi unutturmamaya yönelik böyle incelikli,
Ve özellikle karşı anımsatıcı teknikli bu aygıtları bile, bize ölümlülük sağlıyorsa,
Yaşamı bu denli meşgul sürdürmemizin nedeni olan ölüm, niye kötü olsun?
Her gün bir şeyin daha bitmesinin,
Giderek biten şeylerin acı vermemesinin,
Nihayetinde kayıtsız razı oluşların
Ve en tutkulu şeyleri sıradan izler bırakmasının mutlak bir spiral öğretisi olmalı.
Kendine ölmesini bilmenin vaadi de ölümsüzlüğe doğmak olsa gerek