Işıl Özgentürk: ‘Gerçekçi ol ve hayal et!’

Gamze Akdemir

Işıl Özgentürk’ün ömrünün elli yılını anlattığı 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın, çıplak bir eylem. Pek çok önemli toplumsal olaya bizzat tanık ve müdahil olarak, dediği gibi “üç darbeden emekli olmuş biri” olarak; meydanlar, tiyatro, sinema ve edebiyat sac ayaklarıyla kendisinin ve kendisinin 68’inin dosdoğru serimi. Devrim ve otobiyografinin bileştiği hem en kişisel hem toplumsal yapıtı.

Bir 68’li olarak güneşli bir hayali paylaştığı, yeterince anlatılmadığını, yazılmadığını düşündüğü 68 kuşağına, o müthiş direnişe vefa; bunlar yazılmalıydı duygusuyla kendisini saran sorumluluk ve o tükenmez heyecanla kaleme alıyor kitabını Işıl Özgentürk. Ömrünün elli yılını anlattığı 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın, çıplak bir eylem. Pek çok önemli toplumsal olaya bizzat tanık ve müdahil olarak, dediği gibi “üç darbeden emekli olmuş biri” olarak; meydanlar, tiyatro, sinema ve edebiyat sac ayaklarıyla kendisinin ve kendisinin 68’inin dosdoğru serimi. Devrim ve otobiyografinin bileştiği hem en kişisel hem toplumsal yapıtı.

“Sokak tiyatrosu” deneyimleri ve yöneticileri arasında bulunduğu, 1969 Eylül’ünde kurulan Devrim İçin Hareket Tiyatrosu (DİHT) deneyi… Aynı yıl bir yandan DİHT’de oyunculuk, yazarlık bir yandan da Maden-İş sendikasının ayda bir çıkardığı, Maden-İş gazetesinde gönüllü muhabirlik, Ant dergisine de işçilerle ilgili imza attığı röportajlar… Cumhuriyet Gazetesi’ndeki ilk yılları… Neredeyse ikinci evi olmuş, günde 8-10 oyun oynadığı grev mekânları… O bahar, o şafak! Türkiye İşçi Partisi’nin yaşamındaki yeri…

Unutamadığı zamanlar ve yaşadıklarından kendisinde kalanlar: 12 yıla mahkûm ölüm orucuna yatan Sevgi Erdoğan; yanı başında ölen işçi Şerif Aygün; sokaklarda vurularak ölen yoldaşları, idam edilen canları…

Sonra günümüz… Ali İsmail Korkmaz, Dilek Doğan, ölüm orucunda ölen Sevgi Erdoğan, Tahir Elçi, Barış Anneleri, yerin 400 metre altında ona hikâyelerini anlatan maden işçileri, Gerze’de termik santral yapılmaması için çadırda nöbet tutarken elime çay tutuşturan Karadeniz’in amazon kadınları, Suruç’ta Kobani sınırında patlayan bombaları beraber saydığı yiğit kadınlar… Ve 12 Mart’tan sonra getirildiği işkence merkezi Sansarsan Hanındaki küçük cinayeti ve tecavüze uğraması…

Işıl Özgentürk’le, 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın’ı konuştuk.

‘ÇOK ŞANSLI BİR İNSANIM’

– Söyleşimize Cumhuriyet’e, devrimlere, bir 68’li olarak güneşli bir hayali paylaştığınız 68 kuşağına, o müthiş direnişe vefa ve bunlar yazılmalıydı duygusuyla sizi saran sorumluluk duygusuna yakından bakarak başlayalım isterim.

Sizi bu kitabı yazmaya yönelten nedenlerin başında vefa ve sorumluluk duygusu olduğunu vurguluyorsunuz 68 Yılında On Dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın’da.

Her ikisini de açar mısınız? Ve 1968’i düşünmek nelere götürüyor sizi?

Öncelikle çok şanslı bir insan olduğumu düşünürüm. Dünyada havai fişeklerin yepyeni yolları, öğretileri aydınlattığı bir dönemde üniversiteli olduğum için, iki Cumhuriyet aşığı anne babamın başına buyruk kızları olduğum için, çocukluğumun önemli bir bölümü kadim bir uygarlık kenti olan Antep’de geçtiğim için.

20 yaşında korkusuzca Cumhuriyet Gazetesi’nin kapısından girip “Ben burada çalışmak istiyorum” dediğim için, olağanüstü dostluklar, aşklar yaşadığım için. Ülkemde gitmediğim kent, ören yeni bırakmadığım için, Afrika’da tamtam, İspanya’da en sevdiğim flamenko dansını yaptığım için, beni eleştirmeyi hiç bırakmayan kızım Dünya için… Pek çok şey için.

Dedim ki, bu hayata bir vefa borcun var. Yanı başında ölen işçi Şerif Aygün’e, sokaklarda vurularak ölen yoldaşlarına, idam edilen canlarıma, kısaca birlikte yollarda yürüdüğüm arkadaşlarıma,benimle hayatı paylaşan dostlarıma en önemlisi de kendime bir vefa borcum var. Öyleyse iş başına geç Işıl başla! Başlayınca gördüm ki, sadece 68’li yılları anlatmam yetmiyor, ben bütün yaşamım boyunca 68’li olmuşum öyleyse devam…

Ali İsmail Korkmaz için, polis kurşunuyla ölen Dilek Doğan için, ölüm orucunda ölen Sevgi Erdoğan kucağıma yayılan kara gür saçları için, Güneydoğu’nun anka kuşu Tahir Elçi için, halay çektiğim Barış Anneleri için, yerin 400 metre altında bana hikayelerini anlatan maden işçileri için, Gerze’de termik santral yapılmaması için çadırda nöbet tutarken elime çay tutuşturan Karadeniz’in amazon kadınları için, Suruç’ta Kobani sınırında patlayan bombaları beraber saydığımız yiğit kadınlar için yazmalıyım, dedim.

Bu arada birden bir kadın olduğumu aklıma geliverdi. Kadınlık hallerimi de yazmalıyım dedim,12 Mart’tan sonra getirildiğim işkence merkezi Sansarsan Hanındaki küçük cinayetimi, tecavüze uğramamı da yazdım. Yazdım da yazdım. Kitabın adı da ben yazarken kendini yazdı.

Yazının devamını okumak için tıklayın