Nil Karaibrahimgil artık doğada yaşıyor – Ayşe Arman

Hepinize iyi bayramlaaar. Bu güzel bayram günü, Nil Karaibrahimgil’le karşınızdayım. O, bizim eşsiz, benzersiz Nil’imiz, müziğin özgür kızı… Hayatın şifrelerini çözmeye çalışan simyacımız. Ozanımız, şairimiz, filozofumuz. Hep sevdim ben onu. Sadece sevmedim, hayranlık da duydum. Çünkü Nil, gerçekten kimselere benzemiyor. Öyle bir derdi yok. Akıntıyla akmıyor. Hep kendi başına akıyor. Duru ve saf bir nehir. Gürül gürül akıyor. En çok da kendine akıyor. Başka bir ruh, başka bir enerji o. Nil de olunmuyor, öyle doğuluyor.

Bu ülkede pek çok yetenekli şarkıcı, besteci, sanatçı var. Ama Nil başka, bambaşka. Müzisyen ötesi bir şey. Yıllar içinde onu dinledim, izledim ve pek çok şey öğrendim. Hala öğreniyorum. Corona günlerini, doğada yaşadığı hayatı, müziğini, Serdar’ını ve Aziz Arif’ini konuştuk.

Seni çok seviyorum, Nil. Bize her konuda ilham veriyorsun, yazdıklarınla, sesinle, ışığınla, anneliğinle, aşka bakışınla… İyi ki senin gibi insanlar var. Hayatımızı güzelleştiriyorsun.

BU SÜREÇ HEPİMİZ İÇİN BİR UYANIŞ VE FARKINDALIK OLDU

Corona’da kozanda mıydın?
-Kozamdaydım, evet. Önümüzde, evde geçireceğimiz, sonunu görmediğim, annem babam kardeşimden ve arkadaşlarımdan, stüdyomdan ayrı kalacağım günler vardı. Ben de üçümüzü, içimize katladım. Kendi ruhumu da ılık suya basmaya karar verdim. “Acil” modunda yaşayan biriyim normalde. Ama tuhaf bir şey oldu bu pandemi günlerinde; günlerin karışması, zamanın biçim değiştirmesi bana çok iyi geldi. Ne öğrendim biliyor musun? “Acil” diye bir şey yokmuş. Acil olan tek şey, sağlık ve sevdiklerinin yanında ve iyi olmalarıymış. Gerisi, acil taklidi yapan, suni dalgalarmış! Kozama girdim. Okudum, gitar çaldım, izledim, oynadım, dinledim ve yazdım…

Ah ne güzel anlattın… Peki, nasıl bir koza seninki….
-Bir denizim var. Şarkıların olduğu. Yaptığım her şey, ona ulaşmaya çalışıyor aslında. Yaşadığım şeylerde hep, “Anlatabilir miyim bunu, nasıl anlatırım? Ritmi ne olur, melodisi ne olur, enstrümanı ne olur, şiiri ne olur?” buna bakıyorum. Evde bir çalışma odam var. Virginia Woolf’un “Kendine ait bir oda”sını okuduğumdan beri, bir oda ve bir masa, benim nefes alabilmem için şart. Aziz Arif’e hep okuduğum bir kitap var. Orada tırtıl, anlamadığı bir şekilde, uykuya dalıyor. “Tuhaf, zor ve uzun bir uykuydu bu!” diyor kozası etrafında oluşurken. Koza, ille de banyo gibi rahatlatıcı olmak zorunda değil. Olmayan kanatlarını çıkarmak, kim bilir bedene ne kadar acı verir. Ben aslında hep kozadayım ama suçluluk da duyuyordum. Sanki kendimi dünyadan çekiyormuşum gibi. Ama karantina, bahanesi oldu, yine koza ama suçluluğu yok! Herkes birden evine kapandı, içine baktı, hayatını geçirdiği insanlara baktı. Bu bile, başlı başına uyanış ve farkındalık oldu…

Yazının devamını okumak için tıklayın