Üç haftadır köşemizi seyahat anılarımıza kaptırdık.
Amma ve lakin bunu da yazmadan edemedim, ne yalan söyleyeyim.
Her bulduğunu yığıp, saklayıp, atamayanların çöp evleri vardır hani.
Onca şeyi, bizi süslesin diye, üstümüze ala ala ağırlaşıp,
Nedendir bilinmez, beden-ruh-dimağ sacayağımızı çökerttiğimiz,
Çöp evlere dönen bedenlerimizin ilacı, bugünkü mevzumuz.
Zevk ve renk başlığı altında kıyasıya bir yarış içinde,
Bir üst, en yeni, en kapsamlı, daha özellikli , benim olmalı derken,
Altından kalkamadığımız hayatın formülünü sadeleştirmek gerek.
Sadeliğin; insanı ve yaşamı ne denli güzelleştirdiğini,
Sadeliğin; arındırdıkça, yalınlaştırdıkça bizi daha da süslediğini,
Üstelik zamanı, anlamı ve varlığı derinlemesine hissettirdiğini,
Ucunu kaybedeyazdığımız bu insani hasleti; bilirsiniz dostlar.
Manş denizi kıyısında bir kent, Brighton’da, fırtınalı bir günde,
Yağmur ve rüzgardan kaçıp sığındığımız ‘The Ivy in the Lanes’ de
Yemeği beş çayı ile buluşturduğumuz bir sohbette arıyoruz sadeliği.
Sürekli siyah giyinen oğluma ve kız arkadaşına soruyorum,
‘’ Neden böyle renksiz ve kopkoyu giyiniyorsunuz’’?
El cevap; Sen neden renkle kendini süsleme ihtiyacı duyuyorsun?
‘The Ivy in the Lanes’, ‘patikadaki sarmaşık’ renk cümbüşü bir mekan.
‘ Bak burası da rengarenk ve ne kadar güzel görünüyor’ diye çıkışınca;
Gençler itiraz ediyor; ‘’o güzel görünen şey, sadelikteki ahenk’’ diyorlar.
Sonra bana, renklerin biribirinin akışına müdahale etmeden seyrini,
Bunun bir dikkat çekme, şatafat ve karmaşa amacıyla dizayn edilmediğini,
Özenli yansıtma denilen, kendine verilen değerin göstergesi olduğunu,
Sadeliğin aslında, kendini kabul eden bir uyum olduğunu anlatıyorlar.
Kuşaklar arası, algı ve ifade farkı hemen kendini gösterince,
Restoranın duvarına, tavanına, müşterisine ve hizmete odaklanıyorum.
Gençlerin yorumuyla, onların gözünden bakıyorum o sadeliğe,
Yahu, herkesin herkesten öğrenecek ne kadar çok şeyi var…
●●●●○○○○●●●●
Uyum, kabulleniş, değer ve özenli yansıtma seçtiğim kelimeler.
Genç kuşakların sadeliği keşfi, son on yılın büyük devrimi.
Artık birşeylere ulaşmayı, mutlak bilerek kullanmayı, paylaşmayı,
Sadece anladıkları şeye evrilmeği yeğliyorlar.
Bizim gibi illa sahip olmak, biriktirmek, üstüste koymak yok artık,
Kanaviçe örtüler altında, renkli kavanozlarda saklamıyorlar yaşamı.
Kirkegaard ustanın; estetik döneminden akıl dönemine geçerek,
Haz ve görünüşün sahteliğinden sıyrılıp akıl ve varoluşa odaklanmayı,
Bir anlamda erken olgunlaşmayı hissettiriyor bunlar bana.
Klasik bir İngiliz lokantasının, fantastik bir beş çayıyla yapılan sohbette,
Yaşamın çöp evine dönen beden, akıl ve ruhumuzu sadeleştiriyoruz.
Genç nesil işine yaramayanla katiyen uğraşmıyor, asla yüklenmiyor.
Ne olursa olsun doğru, doğruya yakın, hatta yanlış olsa da bir sonuç için,
Tıpkı bir matematik problemindeki sadeleştirme gibi, götürüverip x’leri,
Kendine yarayan öz ne ise onu alıyor, kullanıyor ve bırakıyor.
Aslında bedenimizin fizyolojisi, yaşamın kurgusu ve düşünce sistemleri,
Bizi gittikçe komplike, karmaşık ve çok yönlü olmaya iterken,
Nasıl sadeleşip, gereksiz yüklerden kurtulabileceğimiz konusunu,
Bir cümlenin içine sığdırıveriyor genç kuşak.
‘’Basitçe anlatamadığın, anlattığın şekliyle anlaşılamayan,
Anlatılan ve anlandığı şekliyle gerçekleştirilemeyen herşey karmaşıktır’’.
Sadece bedenin boyadan, reklendirmeden, esvaptan, mücevherden feragati,
Ya da ihtiyaç fazlası meta ve ilişkinin terki değil sadeleşme.
Kendi evimiz gibi bir rahatlığı tatil olarak düşünemeyen zihniyeti,
Konformist kültürü, vadeli anlamı, maksimalist hedeflerin ezikliğini,
Sürekli bilinmez bir gelecek için stoklayan bir planlamayla biriktirmeyi,
Beden için süslenmek, ruh için birleşmek, akıl için dertleşmeyi,
Tamamen aşmış, günün sadeliğine odaklanmış genç kuşak var artık.
Basit, anlaşılabilir , fonksiyel ve yaratıcı fikirlerin peşinde,
Basit cafelerde, yalın şarkılarda, light kıyafetlerde, kısa cümlelerde,
Gittikçe sadeleşip, mutlak ifade edebilmenin özgürlüğüne koşuyorlar…
●●●●○○○○●●●●
‘The Ivy of the Lanes’de, asortik ve şatafatlı bir İngiliz restoranında,
Akıl, beden ve ruhu birbirinden ayrıştırıp, farklı ilhamlarla ittiren,
Ve üstüne, zamanın hızla akışı içinde buna eklediği yaşam kurgularında,
‘Hayatı kaçırmadan yaşamak’ denilen günlük döngünün içine atan,
21. yüzyıl yaşamında, sadeleşmeyi konuşuyoruz o gün.
Sadeleşme, akıl, beden ve ruhun her üçünününde ,
Aynı çizgiye gelip, ele ele tutuşup anlaşması, uyumu aslında.
Daha doğru bir söylemle; safralarını, süslerini, gereksizlerini atıp,
Sadece gerekli ve yeterli mucizesinin kavranmasıyla gerçekleşiyor.
Karşımda duran, ‘lazım ve kafiyi’ şimdiden kavramış gençlere bakınca,
Üstüste dizdiğimiz meta kalkanının, maneviyat örtüsünün, payelerin ağırlığıyla,
Önümde alengirli demlik, elimde fincan kıpırdayamaz oluyorum dostlar.
Sahip olmak değil erişmenin, biriktirmek değil paylaşmanın yolağında,
Sınırsız, yalın, anlaşılabilir ve sade bir özgürlüğe koşuyor yeni kuşak.
Sadeleşmek, insanın kendine verdiği değerin en büyük göstergesi,
Ve artık, ciddi bir yüksek gelişmişlik düzeyi olarak kabul ediliyor.