TAHTA BOYASI İLE ADANA SARARIRDI – Nurettin Çelmeoğlu

Ramazanlık hem Bayramlık anılardan

TAHTA BOYASI İLE ADANA SARARIRDI

Hey gidi günler hey!..

Bayram yaklaşırken evlerdeki hazırlıklar da adamakıllı yoğunlaşırdı.

O zamanın behrinde, denilebilir ki her evin avlusu, avlusunda da ağaçları, çiçekleri vardı ki, en başta buraya çeki düzen vermek gerekirdi. Örneğin dölle(*), gül ve turunç gövdelerine tertemiz kireç badana yapılırken dipleri de adamakıllı bellenir; kurular, solmuşlar ve düzensiz filizler ayıklanırdı. Çoğu kez, paslı çiçek tenekeleri de badanadan nasiplenirdi. Bir bakıma, avluların eli-yüzü yıkanıp saçları taranmış olurdu…

İLLA Kİ TAHTA BOYASI

Tahta boyası sadece Adana’nın değil, tüm Çukurova’nın olmazsa olmaz uygulamalarından biriydi kesinlikle. Tahta boyasından evvel tahta fırçası ile bir güzel işlem yapmak gerekirdi…

Biz kaptırıp giderken, gençlerin bu satırları biraz şaşkınlıkla karşılayacakları geliverdi aklımıza; öyle ya, ne tahta boyasını bilirleeer, ne de tahta fırçasını… En iyisi biz işin tahtasına dönelim ve öyle anlatalım boyasını, fırçasını.

Efendim, çocukluğumuzun Adana’sındaki evlerinde tahta fazlaca kullanılan bir malzemeydi. Alt kat ile üst katı tahta ayırır, merdivenler ve trabzan dediğimiz küpeşteleri çoklukla tahtaydı. Bir de, cibinlik gerip yatılan yüksekçe tahtlarımız olsun, mutlaka kıbleye, yani güneye bakan cephede, evin ön tarafında yer alan sofalarımız olsun, tahtadan yapılırdı. Tahta, zaman içinde koyu samaniden beje, nihayet griye dönüşür. Bu da, biraz kirli görüntü gibi algılanırmış demek ki…

Mahalle bakkallarında “zibil gibi” (**) tahta fırçası ile tahta boyası satılırdı. İşlem sırası ve kullanım sıklığı bakımından önce fırçadan bahsedelim. Bu, kolay kolay aşınmayan ve dayanıklı elyaftan dokunmuş olmakla beraber keçe yapılı, enlice bir şeride geçirilmiş incecik çelik teller yığınıydı. Hani şu kağıtları tutturduğumuz zımba teli var ya, onun gibi, bacakları birbirine çok daha yakın ve keçe şeride yanyana çakılmış yüzlerce, binlerce incecik çelik tel. Telli keçenin sırtı, eni altı-yedi santim, boyu on-oniki santim, yani elde rahatça kavranacak bir tahtaya dört köşesinden çivilenerek tahta fırçası üretilmiş olurdu.

Ev hanımları, tas tas su dökerek ıslattıkları tahtayı bu fırça ile adamakıllı ovar, bir bakıma zımparalamış olurdu. Varsa kiri, yağı sökülür, mis gibi tahta kokusu açığa çıkardı.

Bizde yasaktı ama, birçok aile, fırçadan sonra bir de tahta boyası uygulardı. Bu da, yine bakkallardan alınan ne bileyim, elli kuruşluk, bir liralık sarı bir tozdu ve o da ithal edilirdi. Tam olarak nasıl uygulandığını bilemiyoruz, bir şekilde tahtalara uygulanır ve merdiven trabzanı dahil tahta adına ne varsa tamamı sapsarı olurdu. Aslında, her bayram öncesi Adana+nın her yanı parlak sarıya keserdi.

Sokaklarda gezerken birçok evin fırçalandığını ve her zamankinden daha çok tahtanın boyandığını fark edince, birkaç gün içinde “el-öpen bayramının”(***) geleceğinden emin olurduk. Bu bayramlar, çocukların el öptükçe çoğalan para kaynağı olarak elbette pek önemliydi.

(*) Dölle: Evlerdeki asma. Daha çok ekşi ihtiyacını karşılamak üzere dikilir, yüksek çardaklara yayılırdı. Salkımlar, olgunlaşmadan önce, yani koruk iken bamya, babağannuş, ince salata, dolma gibi yemeklerde kullanılırdı

(**) Zibil gibi: çok fazla, bol

(***) El öpen bayramı: el öpülen, dini bayramların çocuk dilinde ifade şek