Yenal Bilgici, Dünyanın en güzel kütüphanesi

Barcelona’nın bir işçi semtindeki Gabriel García Márquez Kütüphanesi “dünyanın en iyi kütüphanesi” seçildi. Küçük, yerel, iddiasız bir kütüphane. Ama bir işi çok iyi yapıyor: İnsanları zahmetsizce bir araya getiriyor; yaşlısına gencine bir araya gelme imkânı sunuyor. Yeni kütüphanelerin düsturu bu: Bir araya gelelim… Güzel bir niyet hem önümüz seçim, belki bir iki yöneticinin aklına böyle böyle gireriz.

1.

Hayatımdaki en güzel dönüm noktalarından biriydi. Sekiz-dokuz yaşında var yoktum. Babam beni elimden tutup şehir kütüphanesine götürdü. Kısa bir konuşma ve bir iki sorunun ardından, kütüphane memuru elime bir kart tutuşturdu. Halk kütüphanesi üyelik kartı… Sekiz dokuz yıllık hayatımda ilk defa bir yere üye olmuştum. Sonradan hızla anlayacağım üzere, tecrübe edip edebileceğim en güzel üyelik de zaten buydu. Daha sonra oğluyla sınıf arkadaşı da olacağım kütüphaneci, beni kendi masasının hemen arkasında başlayan kitapların arasında serbest bırakana dek ne yaşadığımı henüz idrak edememiştim. Yüzlerce, hayır binlerce kitap…

O kütüphane, o gün bana var olabilecek en güzel ev gibi gelmişti. Yıllar içinde başka güzel evler de gördüm. Kocamustafapaşa’da, Kadıköy’de, Üsküdar’da, irili ufaklı, bazıları neredeyse bir apartman dairesinden ibaret birçok semt kütüphanesi… Boğaziçi Üniversitesi’nin şimdi vedalaşılan canım kütüphanesi… Taksim’de Atatürk kitaplığı, sonra Amsterdam’ın OBA’sı…. Hepsi de bana göre birer inciydi; halen de öyleler.

Gabriel García Márquez Kütüphanesi-Barcelona

2.

Kütüphaneye ilk gittiğim o gün, orada sadece kitap okunacağını düşünmüştüm. Etrafta benden başka kimse de yoktu zaten. Rafların arasından bir kitap aldım (ismini cismini şimdi hatırlamıyorum ama uzayda gezegen gezegen gezen bir çocuk hakkındaydı); bir sıraya oturdum ve okudum. O gün kütüphane kafamda bu şekliyle canlanmıştı: Hiçbir zaman sahip olamayacağımız binlerce kitap arasından seçim yapacak, sonra bir köşeye oturup sessizce okuyacaktık. Öyle de yaptım. Tabii daha sonraları, işin bununla kalmadığının da farkına vardım.

Nereye giderseniz gidin, hiç kimse size hiçbir şey sormadan gidip oturabileceğiniz yerdir kütüphane. En azından kapıya turnikeler koymayan, üyelik dayatmayan yerlerde öyledir… Okursunuz, yazarsınız, çalışırsınız, isterseniz hiçbir şey yapmadan oturur etrafınıza bakarsınız. Kimi zaman yazarlar gelir gider; söyleşiler yaparlar. Çayı, kahvesi ucuzdur; hatta bazen bedavadır. Çorbanın bile çıktığı olur. İnterneti ücretsizdir.

Amsterdam Halk Kütüphanesi (OBA)

Pandemi döneminde evden çıkabilmek için, iki saatlik randevularla, sınırlı sayıda kişiye bünyesinde çalışma imkânı veren kütüphanelere sığınmıştım. O dönem, kütüphaneyi bir sığınak olarak tahayyül etmeye başladım. Koca şehirde kendi evimden başka girebilecek yerim yoktu. Beni kabul eden tek yer orasıydı. İsabet…

İnsan bencil; bazı durumları ancak kendi ihtiyaç duyduğunda anlıyor. Bana pandemide sığınak olan kütüphane evsizler için her zaman bir sığınak… Hele kış soğuğunda. Sabahtan akşama dek kütüphaneye sığınan, bir nevi orada yaşayan evsizlerin sayısı hiç az değil.

Benzersiz bir sığınak… Ve bir buluşma yeri… Kütüphanenin belki de en güzel fonksiyonu bu: Bir araya gelmek.

Şimdi sık sık gittiğim halk kütüphanesinde gazetelere gömülmüş yaşlılar, evsizler, ders çalışan üniversite öğrencileri, beraber ödev yapan liseliler, resimli kitapları büyük bir heyecanla karıştıran çocuklar, çocuklarına kitap seçen, bebeklerini kucağına oturtmuş ona kitap okuyan anne babalar… Herkes bir arada. Böyle güzel bir insan karışımını başka nerede bulabilirsiniz?

Sahiden… Nerede bulabilirsiniz? Hangi mekân bu kadar farklı insanı aynı anda içine alır? Kim daha güzel bir fikir icat edebilir?

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunyanin-en-guzel-kutuphanesi-makale-1661337