İhsan Oktay Anar, “Kitab-ül Hiyel”in sonlarında, tahayyüle dayanan sanat anlayışı ile gerçeği kopya etmeyi amaçlayan yansıtmacı poetikayı karşılaştırır. Realist ve natüralistleri “Sultan Abdülhamid Efendimize yaranmak için onun giyim, kuşam ve davranışlarını kopya eden…” (s. 140) paşalara benzeterek, kopyanın kuru ve tatsız olduğunu söyler. Buna mukabil, Abdülhamid’i hayalinde canlandırıp taklit eden meddahı “daha sevimli ve belki de gerçeğe daha yakın” (s. 140) bulur. Oscar Wilde da aynısını söylemiş. Diyor ki; “Sanat, hayal gücünden vazgeçtiğinde her şeyden vazgeçmiş olur. (…) realizm tam bir fiyaskodur.” (Yalanın Yozlaşması, s. 51) Sanatsal etkinliğin asıl vasfının “tahayyül” olduğuna işaret etmesi bakımından önemlidir bu satırlar. Nitekim Anar’ın şu cümleleri, sanatın bu vasfına işaret ediyor:
“… masalcılar, aslında gerçekleşmiş bir hayal olan Dünya’yı örnek alıp, onu ve üslûbunu taklit ederek yeni hayaller yaratıyorlardı.” (s. 140)
Gerçi Eflatun, şairlerin “bir sürü görüntüler, kuruntular” (Devlet, s. 289) yaratıp toplumu akıldan, doğrudan uzaklaştırdıklarını ileri sürse ve siteden kovulmalarını istese de, temelde sanatın “tahayyülî” doğasına vurgu yapar. Filozofun, şiirin insanı doğrudan uzaklaştırdığı iddiası tartışılır elbet!.. Nitekim Anar’ın dediği gibi, sanatkârın hayallerinin kaynağı, sonuçta “aslında gerçekleşmiş bir hayal olan Dünya” (Kitab-ül-Hiyel, s. 140) değil midir?
Yazının devamı için linke tıkayın
http://www.karar.com/yazarlar/alaattin-karaca/sanatta-hayal-ve-gercek-6128