Kalça Cerrahından Kemiğe Serenat – Emre Toğrul

Kalça Cerrahından Kemiğe Serenat

30 yıl olmuş ortopedi kliniğinin kapısından gireli,
Ne kırıklar kaynamış, ne yaralar iyileşmiş,
Ölmeyecekler ölmüş, doğmayacaklar doğmuş,
Bir çeyrek asır geçmiş kuru bir kemiğin peşinde,
Ölmeyen ve hep yaşayan kemiğin peşinde,
Yüzyıllar sonra mezarlarda hala aynı renkte,
Aynı sertlikte, sağlamlıkta, görüntüde,
Aynı zerafet ve kararlılıkta…
Bense; yaşarken kırılan, ezilen, deforme olmuş,
Yeri geldiğinde unufak olan kemiğin ardında,
Kah huzursuz endişeli, kah yorgun bitkin,
Oma başı, bel sokumu, çanak üçgeninde 30 yıl.
Yeri milim bile sapmayan siyatik sinire rağmen,
Her ameliyatta siyatik korkusu, siyatomania !
Canlı, kanlı, güçlü, yapısına rağmen, her keside
Kasa zarar verme korkusu, muskulofobia!
Sırça, çift steril katlar altında nefes bile almadan,
Her şeye rağmen mikrop korkusu, enfeksiyofobia!
Ne yapsan, nasıl kırılsa, nasıl parçalansa da,
Zorlukları yenen kemiğe sevgi, osteosevi,
30 yıllık heyecan, korku, mutluluk kokteyli…

●●●●○○○○●●●●

Büyük oranda inorganik, yani doğadan beslenen,
Çok küçük oranda canlıdır, yani az organik kemik.
Öyle bir paradoks ki kemiğin yaşadığı,
Milyon yıl sonra bulunduğunda sağlam kemik,
Ama 60 yılın kendiliğinden kırılgan kalçası,
Ölüme rağmen yaşayan, direnen kemik,
Yaşama rağmen ölen kemik, kırılan kalçalar.
Canlılığın erittiği, yumuşattığı, çürüttüğü,
Yaşam yanlışlarının berhüdar ettiği zavallı kemik,
Dirençsiz vücutlar ve boşalan lakunalar
Kemiğin insanı kırarak eğitmesi, ders vermesi,
‘’Yanlış yaptın aga, hayatı boşa geçirdin’’ demesi
‘’Gereksiz yedin, gereksiz içtin, kendine yazık ettin’’
Hayatta herşeyi biriktirdin, herşeye yatırım yaptın,
Bir beni düşünmedin be adam’ demesi,
‘Bana gereken kalsiyumu almadın, hatta;
Benden kalsiyum çaldın, kalsiyuma kavuşturmadın,
Güneşimi engelledin, beni ısıtmadın,
Ben seni hamal gibi taşıdım, sen bana ne yaptın’’,
Demesi…

●●●●○○○○●●●●

30 yıl bir kemiğin peşinde, kemiksiz bir uyku olmadan,
Kemiğin isyanına kulak vererek,
Beni bebeklikten gençliğe, olgunluktan yaşlılığa,
Destekleyeceksin güzel insan diyen kemiğe,
Güneşe, D vitaminine, fosfora, egzersize tapan kemiğe,
Karanlığa, atalete, yanlış beslenmeye ağlayan kemiğe,
Üstündeki bağa, tendona, adeleye dansedin diyen kemiğe,
Başındaki kıkırdağı taç etmiş, hergün parlatan kemiğe,
Hizmetle geçirdiğim bir otuz yıl sonunda,
Nihayet kemikten gelen sese verilen kulak ;
Beni ölçtün kestin biçtin birleştirdin ama,
Ben yine kaynadım, iyileştim diyen,
Beni anlamadın ama ben seni mahcup etmedim,
Artrite, poroza, nekroza, miyelite, malaziye direndim,
Ben ölmem siz öldürmezseniz,
Ben yıpranmam siz yıpratmazsanız diyen,
Dirayetli kemikten gelen sese verilen kulak.
Ve görevimin armağanı onu kendi yuvasında ziyaret;
Açılan her kalçada fark edilen mükemmel ahenk,
Yaşayanın anestezisiyle yapılan yolculuktaki film,
Cildin örtüsü altında kuştüyü yatak; yağ dokusu,
Adelelerin kıpkırmızı bakışı, canlılık, kuvvet ve esneklik,
Kemiği çepeçevre saran zar, mükemmel periosteum,
Yokoluşun ötesine geçemeyen bir soyut resmin çerçevesi,
Ve sonsuzluk aleminin değişmez sembolü kemik…
Milyonyıllar ötesini bize anlatan, hep canlı gibi,
Arkamızdaki iz, hayatımızın iskelesi, direnç ve kararlılık,
Anlatmak istediği ise şu:
Ben yeryüzünün en yararlı şeylerini kullanan kemiğinizim,
Beni dinleyin ve anlamaya çalışın, size yol gösteriyorum,
Yaşarken ölmemem için yapıtaşım kalsiyumu, fosforu,
Onları barsaktan alıp kemiğe götüren,
Böbrekten yitip gitmemesini sağlayan D vitaminimi,
Benden çalmayın bana verin, ben ruhunuzum, sevinin,
Tek sözle bitirmek gerekirse; ‘’Siz öldürmezseniz,
Kemik asla ölmez, hep yaşar’’ bunu bilin.