Asırlık Yayla Evlerinden Çıkan Mutluluk – Emre Toğrul

Emre Toğrul

Uykudaki eve, bir seher vakti,
Açık penceresinden giren ışık,
Bir yıldızmış gibi kalmış geceden.
İndim merdivenlerini usulcacık,
Kayın ormanına çıktım bahçeden.
Durgun serinlikte, bu seher vakti,
Ağaçlarda genç bir anne şefkati,
Taş köprüden geçip giden yolculuk.
(Nazım Hikmet 20.2.1958 Varşova)

Hani hepimizin vardır, böyle geçmişten gelen,
Sizi hep orada tutan, anılarımızın temsilcisi evler.
Çamlıyayla’da, benzer bir evdeydim haftasonu.
Teyzemin ve rahmetli annemin, nenesinden kalan.
Kalyon Çavuşun eseri, 90 yıllık, ahşap ve taştan bir ev.
Beş yeni ceviz fidanı diktim bahçesine geçen hafta.
Kapısından her girdiğimde içimde tarifsiz bir sevinç.
Nedenini bilmediğim bir huzur ve sahiplenme.
Tıpkı Nazım Hikmet’in şiirindeki gibi,
Uykuda, sızan ışıklı, ağaçlarında anne şefkati.
Durgun serinlikte, seher vakti andım sevdiklerimi.
Şimdi çoğu, taşköprüden geçip öteki yolculukta,
Ben aynı bahçede, beşinci kuşakla birlikte,
Beş yeni ceviz fidanı diktim, Adilcevaz cevizi.
Ve ceviz fidanları sayesinde uzandım anılarıma…

∞Ω∞

Mutluluk yüzlerce tarifi olan çok değerli bir his,
Gelip geçici ve uçup gidici özelliği var ki, o kötü.
Hüzün gibi, endişe gibi, sıkıntı gibi ağır ve kalıcı değil.
Kalıcı olabilmesi, zor ve farklı şartların,
Aynı anda ve dengeli oluşmasına bağlı bir his.
Peki taa geçmişten gelen, aynı yerde sabit,
Onca yıla direnip duran bir ev ve onu süsleyen,
Otun, ağacın, çitin, kuyunun, çinko damın,
Tahta sedirin, tahranın, sininin hep biraraya gelip,
Bu mutluluk hissini yaratmasının geri planında ne var?
Öyle ya, hepimiz mutluluk için yırtınıp dururken,
Mutluluk onlarca şekle bürünüp bize sunulurken,
Bunca yaşanmışlığa, gezip görmeye, erişime rağmen,
Bu eski ev nasıl beni bu kadar mutlu edebiliyor?
Ağır kapıdan bahçesine girince, ihtiras ne kadar anlamsız,
Otlarına basınca kokan toprağın, sevinmek ne kolay,
O eşsiz yalnızlığına bakınca evin, korku endişe ne komik,
Mutluluğa uzanıyorum eski bir yayla evinde ceviz dikerken,
Nazım Hikmet’in dizelerine oturuyor herşey;
‘’Ben bir ceviz ağacıyım budak budak ,
Şerham şerham, ihtiyar bir ceviz.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl,
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil,
Yaprakların ellerimdir, yüzbin elim var benim’’…

∞Ω∞

Yayla evinin, yemyeşil bahçesindeydi o gün mutluluk.
Bizler serap misali boş heveslerde ararken onu,
Kurtulamazken o heves ardındaki mutluluk paradoksundan,
Bir asırdır yapayalnız öyle duran eski evde mutluluk.
Arthur Schopenauer ‘’ dünya der,
Gereksiz ihtiyaçlarla yüklenen insanlar için,
Istırap doludur ve insan bundan yakasını kurtarırsa
Bilsin ki can sıkıntısı köşe başında beklemektedir.
Mutluluksa, ıstırap ve can sıkıntısı arasında sıkışmış kısacık sürede,
Hissedebildiği sükunet, özgürlük ve düşünce derinliğidir.
İşte çinko damdan süzülüp, tahta pencereye dökülen,
Oradan say taşları üzerine göllenen kısacık histi bu tarif.
Beş yeni ceviz fidanı dikerken yılların bahçesine,
Hep özlediğim o mutluluk hissine gark oluveriyorum.
Kendini ifade, tanıma macerası ve özgürlük arasındaki,
Mutluluk arayışı saplantısında, benliği yitirten bir ömrün,
En büyük vahasıydı yayla evi, yayla evlerimiz.
Bizi ezen bilincimizin çocuksu özgürlüğünde tanışıp,
Yıllar boyu sorgusuz sualsiz aidiyetimize işlenen,
Bizi hep aynı içtenlik ve yakınlıkla kucaklayan anı evleri,
Eski, tek başına, yorgun ama sevgili yayla evleri…
Hafta sonu sevgiyle ceviz fidanları diktim çitlerin dibine,
Annemin cevizini Nazım Hikmetin şiiriyle sularken,
Tekrar idrak ettim o basit formülünü mutluluğun.
”Kalbimde maziden bugün izler var,
Her siyah saatım bu izle erir,
Ruhumu geçmişin hicranı sarar,
Doğanlar ölür, ölen dirilir.
Anladım hayatmış mazinin adı,
Yıllara karışan her şey ses verir,
Hasretle doludur geçmişin yadı,
Mazinin elemi bile tatlıdır.”