Ferzan Özpetek’le sadece yeni romanı ‘Bir Nefes Gibi’ değil, pandemi sürecini de konuştuk… – Ayşe Arman

Ferzan Özpetek’ten müthiş roman: BİR NEFES GİBİ

Yapmış yine yapacağını! Roman süper. Adı, Bir Nefes Gibi. Hem hayatın “bir nefes gibi” kısa olduğunu hem de o nefesin içinde sırlarımızı nasıl tuttuğumuzu okuyacaksınız.

İki kız kardeşin hikayesi. Çok sıkı bir hikaye. Roma var, İstanbul var. Ve müthiş bir aşk hikayesi var. İtalya’da pandemi sonrası çıktı ve bir numara oldu. “Hiç tereddütsüz en iyi romanım!” diyor, Ferzan Özpetek.

Çok hızlı okunuyor. 160 sayfa. Bir gecenizi ayırın, pişman olmayacaksınız! Can Yayınları’ndan çıkıyor. Çarşamba kitapçılarda…

FERZAN ÖZPETEK
*“Bir Nefes Gibi”, İtalya’da Mayıs’ta çıktı. Anında 100 bin satışına ulaştı ve en çok satanlar listesinde birinci sıraya yerleşti. 23 Haziran’da da -yani bu çarşamba- Can Yayınları’ndan Türkiye’de çıkacak. Birkaç güne kadar tüm kitapçılarda yerini alacak. Ön sipariş olarak, online satışa da açıldı.

*2019, her açıdan benim için verimli bir yıldı. İtalyan Devlet Demiryolları’nın hızlı tren hizmetine başlayışının 10. yılı için kısa bir film yaptım. Çok beğenildi. Madam Butterfly operasını sahneye koydum. Eleştirmenler göklere çıkardı. Gerçekçi bir aşk ve tutku dolu bir ilişkinin tüm açıklığıyla sahnelendiğini yazdılar. Pandemi süreci geçince, yeniden sahnelenecek.

*Venedik Bienali için, “Venetika” isimli bir enstalasyon yaptım. Tokyo, Paris ve New York gibi dünya başkentlerine gidecekti, ancak şimdilik doğal olarak durduruldu.

*Son filmim “Şans Tanrıçası” İtalya’da büyük bir gişe yaptı ve çok beğenildi. 23 ülkeye satıldı. Türkiye’de de yakında izlenecek. Başka? Mine Vaganti-Serseri Mayınlar filmimi, tiyatro eseri olarak sahneledim. Her akşam ful seyirciye oynandı. 62 oyun oynadık. 20 oyunumuz kalmıştı ama pandemi yüzünden durdu. Yakın zamanda sahnelemeye devam edeceğiz inşallah…

*2019, benim dolu dolu geçti. Ama hem büyük mutluluklar hem de büyük acılar yaşadım. Abimi ve iki arkadaşımı kaybettim. Hayat ilerledikçe böyle oluyor. 2020 ise hepimizi tam gaz şaşırtmaya devam ediyor!

“Bir nefes gibi” müthiş bir roman! Hem su gibi okunuyor… Hem de insana fırtına gibi çarpıyor… İnanılmaz etkileyici… Hikaye çok güçlü… Alıp götürüyor insanı… Zamanı unuttum, kendimi unuttum, hatta Covid’i unuttum… Elime aldım, bıraktığımda kitap bitmişti. Çok çok tebrik ederim… Ferzan Özpetek farkı bu olsa gerek…
-Teşekkür ederim. Evet, okuyan herkes sevdi, etkilendi… Bu da beni mutlu ediyor. İtalya’da karantinanın sona erdiği gün çıktı. Ve kıyamet koptu! Hemen bir numaraya oturdu. İlk defa başıma böyle bir şey geliyor. “Yazın kitabı”, hatta “yılın kitabı” ilan edildi. Baskı üzerine baskı yaptı. İlgi göreceğini düşünüyordum ama bu kadarını beklemiyordum.

Harika…. Nerde geldi, bu hikaye aklına?
-Birkaç sebebi var. Ben kadınların üstün varlıklar olduğuna inanıyorum. Resmen doğa üstü varlıklar! Bunu da sürekli dile getiriyorum. Kimse alınmasın ama kadınların, erkeklere göre bir vites fazlaları var. Hayatı kavrayışları farklı. Daha derinler, daha güçlüler, daha savaşçılar. Tıbbi olarak da karşılığı var, bu söylediklerimin: Prematüre doğan ikizleri düşün, biri kız bebek, biri erkek bebek… Kızın yaşama şansı, yüzde 80, erkek bebeğin ise yüzde 60… Hayatı, devam ettiren kadın, belki de bu yüzden böyle. Kadınların aşkı yaşayışları da beni hep cezbetti. Sevgileri de nefretleri de daha güçlü. Duyguları çok daha derin yaşıyorlar. Biz erkekler öyle değiliz. Bu romanda da iki kız kardeşin hikayesini anlatıyorum.

KIZ KARDEŞLİK TAKINTILI OLDUĞUM BİR KONU! BU ROMANDA DA İKİ KIZ KARDEŞİN HİKAYESİNİ ANLATIYORUM

Senin filmlerinde de bu kız kardeş temasının altı sürekli çiziliyor…
-Evet, çünkü bu kız kardeşlik meselesi, takıntılı olduğum bir konu. Cahil Periler’de, teyze, Türkiye’ye gider çünkü kız kardeşinin kocasına aşıktır. Kaçar İtalya’dan. Onun hikayesidir. Bu romanda, daha değişik bir açıdan gelişiyor olaylar. Yine Harem Suare’de; kadın, çok sevdiği teyzesinin, babasıyla aşk yaşadığını öğrenir. Annesi intihar etmiştir. Hep böyle bir şeyler var kafamda. Kız kardeşlik meselesi mıknatıs gibi çekiyor beni. Bir de ev olayı. Yaşadığımız, hayatımızı geçirdiğimiz mekanlar. Onların da hikayeleri büyülüyor beni…

Nasıl yani?
– Mesela bu oturduğum ev, 1902’den beri var. Bizden önce de bu evde, insanlar yaşadı. Bu düşünce beni çok etkiliyor. Kim bilir ne hikayeleri vardı… Bir gün, biri kapımı çalsa ve dese ki, “Affedersiniz, yıllar önce bu evde ben oturdum. Evet, şimdiki sahibi sizsiniz ama benim de bir parçam hala burada… İzniniz olursa, evi bir kez görebilir miyim? Odaları gezebilir miyim?” “Tabii” derim, hemen gösteririm. Onun neler yaşadığını da merak ederim. İnsanların, yaşadıkları mekanlarda izleri kalıyor bir şekilde. Bu romanda da böyle bir şey var.

UZUN SANDIĞIMIZ HAYATIMIZ NE YAZIK Kİ BİR NEFES KADAR KISA

Ve tabii romanda hayatın, bir nefes gibi geçtiği de var… Adı o yüzden “Bir Nefes Gibi” değil mi?
-Evet. Ne yazık ki uzun sandığımız hayatımız bir nefes kadar kısa… Ve pek çok şeyi yaşarken bir nefes gibi içimizde tutuyoruz. O yüzden bu ismi seçtim.

Romanın kahramanları iki kız değil de iki erkek kardeş olsaydı…
-Hayatta olmazdı! İki erkek kardeşin ilişkisi, iki kız kardeşe göre hava gazı! Böyle bir derinlik, böyle bir duygu yoğunluğu mümkün değil…

Romanın her sayfası, kare kare beliriyor insanın gözünde… Çok sinematografik… Neden film olarak düşünmedin?
-İlk başta düşündüm. Hatta bir arkadaşım var Mina, o meşhur şarkıcı Mina, okudu ve neredeyse yalvardı, “Lütfen film yap, kitap olarak çıkarma!” diye. Ama o sırada son filmim, “Şans Tanrıçası”yla uğraşıyordum. Pek çok şeyi eş zamanlı üretiyorum ben. Önce bir ikilemde kaldım ama editörüm de “İlle de kitap yapalım! Üçüncü romanın bu hikaye olsun” deyince, kitap olarak çıkardım.

KİTAP, İKİNCİ HAFTA BİR NUMARAYA OTURDU

En çok okunanlar listesinde gerçekten hemen bir numara mı oldu?
-Evet. 2. haftada oldu. Ve hiç tanıtım yapmadan… Tuhaf bir şey, kulaktan kulağa yayıldı. Sosyal medyada patladı. Millet, “Harika kitap… Elimden bırakamadım… Bir gecede bitirdim!” gibi şeyler paylaşmaya başlayınca arkası geldi… Karantina bitince, biz Simone’yle evimizi yenilemeye karar verdik, geçici olarak başka bir yere taşındık. Nakliyeci adam, “Ben istasyondaki o kadını merak ettim! Ne oldu ona?” dedi. Önce anlamadım. “Yeni çıkan romanınızdan bahsediyorum!” deyince acayip şaşırdım. Uzun uzun, kitaba öğlen başladığını akşam bitirdiğini anlattı. O zaman dedim ki, “Vayyy be, bu kitap alıp başını gidecek!” Öyle de oldu… İnsanlar televizyonlara çıktılar, “İtalya’nın son 20 yılının kültürel değişiminde büyük katkısı olan sanatçı Özpetek’in yeni romanını mutlaka okuyun!” filan dediler. Kitabı benim anlatmama gerek kalmadı. Bu arada baskısı bitti. Yayınevi şaştı kaldı. Millet, 5 gün boyunca kitapsız kaldı. Herkes kitabı arıyor filan. Sonra tekrar çıktı. Ben de hayretle izledim olup biteni. Normalde beni yolda, filmlerim için durdururlar, şimdi bu kitap için durduruyorlar. E çok hoşuma gidiyor…

HEYECAN DUYMADAN BİR ŞEY ÜRETEMEM

Sen, bize bu kitaptan nasıl bir duygu geçsin istiyorsun?
-Ben heyecan duyduğu şeyleri üreten bir adamım. Film yaparken de operada bir şey sahneye koyarken de bir hikayeyi yazarken de… Hep bu dürtü var arkasında… Yaptığım şey, beni heyecanlandırmalı… Bana heyecan veren bir şeyin, başkalarına da heyecan vermesi kadar beni dünyada mutlu eden bir şey yok! Hissettiğim duygu onlara da geçsin istiyorum, heyecanımı paylaşsınlar istiyorum… Bu romanı başkası yazsaydı da bu hikaye beni heyecanlandırırdı. Merak ederdim… Mutlaka alıp okurdum. İnsanlar da böyle hissederlerse ne mutlu bana…

Yazının devamını okumak için tıklayın