
Doğum günlerimde ve anneler gününde kendimi çok yalnız hissederim nedense. “Kimsesizlik” anlamında demek istiyorum. Daha önce de paylaşmıştım sanırım, olsun. Ama “anneler günü” değildi o zaman.
Çocukluğumda evimiz erik, badem, yenidünya, incir ve gül ağaçlarıyla çevrili; zambak, aslanağzı, fulya, ortanca, kuşkonmaz, reyhan, küpeçiçeği, gelinteli, kasımpatı, karanfil ve sarmaşık çiçekleri içindeki bir bağ eviydi. Ama o zamanlar büyük avlumuzdaki çiçekleri “puştoğlan”, “çirkinhanım”, “çingenekızı”, “küçükorospu” gibi ilginç adlarla biliyordum. Yıllar sonra bu çiçeklerin gerçek adlarını öğrendiğimde annem yoktu artık. Çünkü o adları yalnızca annem koymuştu ve “Fulya”, “ortanca” ve “kasımpat” için neden o adları koyduğunu asla öğrenemeyecektim…Bir de büyük bir asmamız vardı, iri üzüm salkımlarının sarktığı. Asmanın altında da kuyumuz vardı. Ordan su çekerdik. Yerin altındaki birisinin, kovaya su doldurduğunu düşünürdüm. Yaz aylarında babam karpuz sarkıtırdı kuyuya, soğuması için. Bir de büyük dut ağacımız vardı, evimizin avlusunda. Geçen yazdan kalma, kurumuş bir cırcırböceği bulurdum dalların arasında. Sanki bütün şarkısını kullanmış ve tüketmiş, bu yüzden içi boşalmış gibi gelirdi bana. Sokaktan eve geldiğim zamanlarda, eğer annemi evde göremezsem, ev bana kocaman, karanlık bir oyuk gibi gelirdi. Çünkü onun kokusu ve sıcaklığı beni iyileştirirdi.
Adana’da, ilkokulda öğrenciyken, unutamadığım şeylerden biri de günlerce süren yağmurlar ve okul dönüşü annemin hazırladığı sac börekleridir. Eve sırılsıklam girerdim. Annem hemen beni sobanın yanına alır, kurutmaya çalışırdı. O beni kuruturken, sıcaklığını koruması için sobanın altına doğru bırakılmış, az sonra yiyeceğimiz, üstü bir bezle örtülü tepsideki ıspanaklı sac böreklerini görürdüm. Korkunç lezzetli olurdu. Şimdi o böreklerin tadını düşünüyorum da, tam anlamıyla anne tadındaydı. Güven veren, içten, hilesiz, sıcak. Bir de her şeyin yolunda olduğu duygusu verirdi bana o ıspanaklar. Şimdi annem olsaydı, yine bana ıspanaklı sac böreği yapsaydı, onu asla üzmezdim. Onu ben doğurmuşum gibi korurdum. Onun sesine, evin içinde güvenli bir koydaki dalgalar gibi dolaşmasına, gözlerindeki derin ve tartışmasız içtenliğe, ellerinin önyargısız dokunuşlarına sığınırdım. O beni korurdu. Bağışlardı. İncitmezdi. Anlamaya çalışırdı.
(Foto: Annem ve kızkardeşimle,1971, Adana, Kanalköprü)