Sanat müzelerimizde ikinci dalga – Cem Erciyes

Cem Erciyes

2000’lerde Türkiye’de birbiri ardına açılan özel sanat müzeleri, kültür dünyamızda önemli bir dönüşüm gerçekleştirmişti. Bu eylül ayında yaklaşık on yıllık sessizlik sona erecek ve ikinci dalga müzelerin kendini gösterdiği yeni bir dönem başlayacak.

Kültür sanat dünyasında Eylül heyecanı mutattır. Yeni kitaplar, filmler ve en önemlisi sergiler… Çünkü mesela yayın dünyasının başlama çanı kasımda kitap fuarıyla çalar, ama sanat dünyası eylül ayında bütün gücüyle sezonu açar. Bu açılış heyecanı iki yılda bir, yani İstanbul Bienali’nin olduğu seneler tam bir şenliğe dönüşür. Dünyanın her yerinden eleştirmen, koleksiyoncu, küratör ve sanat izleyicisinin İstanbul’u takvimine kaydettiği Bienal zamanı, evrensel işler yapan tüm kişi ve kurumların da kendini göstermek için harekete geçtiği günlerdir. 2019 Eylül’ü de böyle olacak. Yine hepsini sanat profesyonellerinin bile göremeyeceği kadar çok ve güzel sergi aynı anda açılacak, etkinlikler düzenlenecek. Ama bu Bienal senesi sanat tarihimizde farklı biz iz bırakacak, çünkü aynı zamanda ikinci dalga sanat müzelerin başlangıcına şahitlik edeceğiz.
Türkiye’de sanat müzeciliği tarihi, 2000’lere kadar İstanbul Devlet Resim Heykel Müzesi’nin acıklı geçmişiyle özdeşleşmişti. Yeni bin yıl ile birlikte sivil toplum ve özel sektörün girişimiyle farklı bir atmosfer oluşmaya başladı. Belli ki Türkiye sanat dünyasının birikimi belli bir seviyeye gelmiş, koleksiyoncusu, sanatçısı, sanat profesyonelleri evrensel anlamda kurumların gerekliliğine ikna olmuştu. Ve arka arkaya özel sanat müzeleri hayatımıza girdi. Önce Sabancı Ailesi harekete geçti ve Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi 2001 yılında, Emirgan’daki Atlı Köşk’te kapılarını açtı. Başlangıçta geleneksel sanatlara dönük müze, kısa süre sonra geliştirilip dünyanın en ünlü sanatçılarını ağırlayan uluslararası bir kurum oldu. 2004 yılında Eczacıbaşı ailesinin yıllardır süren çabaları neticelendi ve Fındıklı’daki Antrepolar bölgesinde İstanbul Modern açıldı. Bu müze, hakikaten kentin sanat gündeminin merkezinde yerini aldı. 2005’te Kıraç Ailesi, Beyoğlu’nda Pera Müzesi’nin açılmasını sağladı. Türkiye’nin en ünlü resmi olan Kaplumbağa Terbiyecisi’nin de dahil olduğu güçlü koleksiyonu kadar her yıl düzenledikleri uluslararası sergilerle etkili bir sanat durağı oldu burası da. 2007’de, Bilgi Üniversitesi’nin Silahtarağa’daki kampüsünde eski santral binalarından biri müzeye dönüştürüldü. Görkemli bir sergiyle açılan müze ne yazık ki üniversitenin yaşadığı sorunlar arasında kaybolup gitti. Bugün derslik olarak kullanılıyor… 2011 yılında Garanti Bankası Beyoğlu ve Karaköy’de iki eski yapıyı SALT adıyla bir müze-kültür merkezi olarak açtı. Kendine özgü içeriği, arşivi, etkinlikleri Türkiye ve dünya güncel sanatına açtığı kapılarla burası sanat dünyasının en etkili merkezlerinden biri oldu. Böylece sanat müzesi atılımında ilk on yıllık süreç de tamamlandı. Geçen süre içinde pek çok proje yavaş yavaş ilerledi ya da olduğu yerde saydı durdu. Bu arada açılan ama saydığımız kurumlar kadar etkili olmasa da hala varlığını sürdüren Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi (başlangıcı Proje 4L, 2001), Doğançay Müzesi, Rezzan Has Müzesi’ni de saymak gerekir. 2010 yılında bir sanat merkezi-galeri olarak Koç ailesinin girişimiyle Beyoğlu’nda açılan Arter ise tüm müzelerle rekabet edecek etkili bir program izledi. Nitekim, 2019 Eylülü’nün en heyecanlı açılışlarından biri de müzeye dönüşen Arter’in yeni binası olacak.
Yıllardır merakla beklediğimiz Arter, hiç tartışmasız bu eylülde yaşayacağımız ikinci dalganın amiral gemisine dönüşecek. Dolapdere’de inşa edilen müze binası, yedi farklı sergiyle 13 Eylül’de kapılarını açacak. Onu daha çok yazıp, konuşacağız… Bir hafta kadar önce, 7 Eylül’de ise İstanbul dışında önemli bir kurum, Eskişehir’deki Odunpazarı Modern Müze açılacak. İş adamı Erol Tabanca’nın kurduğu müzenin koleksiyonu kadar ünlü mimar Kengo Kuma’nın imzasını taşıyan binası da çok iddialı. Ve yıllardır beklediğimiz bir başka bir kurum, geçen hafta danışmanı Vasıf Kortun’un ( https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/08/19/vasif-kortun-muzeyi-bir-tapinaga-benzetmeyelim/ ) hakkında ilk ipuçlarını bu köşede verdiği İstanbul Resim Heykel Müzesi’ni de 10 Eylül’de görme fırsatı bulacağız. Hayır, müzenin kendisini değil ama binasını… Emre Arolat’ın tasarladığı müze binası, 16. İstanbul Bienali’nin mekanlarından biri oldu. Bienal sergilerini gezerken, Resim Heykel Müzesi koleksiyonunun sergileneceği yapıyı da görüp tanıma olanağı bulacağız. Ve belki de Türkiye’de sanat müzeciliğinin acıklı tarihinin artık sona erdiğine ikna olacağız…

Yazının devamını okumak için tıklayın