Üç Şehir, Üç Yazar ve Üç Zaman: siyah sert BERLİN

 

Enis Batur’un Berlin-Paris-İstanbul, Benjamin-Baudelaire-Tanpınar ve dün-bugün-yarın arasında üçgenler kurduğu, gezi edebiyatına ve şehir kültürüne farklı bir perspektiften bakan kitabı siyah sert BERLİN üzerine bir yazı.

Enis Batur’un kitaplarıyla geç tanıştım. Geç ama güzel bir okuma/buluşma şenliği olduğundan hiç şüphe yok. Ki bu buluşma, bir okuma ateşi olageldi. Enis Batur’un kitaplarıyla geç tanışmamdan başka, kitabı raflarda yerini aldıktan sonra da epey geç okurum. Bunun nedeni, bir anlamda kitabı kendi içinde demlenmeye bırakıp ondan sonra okumak. Bu bir okuma yöntemi mi, belki ama benim hedefim Enis Batur’u okurken  zihnimin boş olması istediğinden kaynaklanır. Belki de tam tabula rasa olma isteğidir bu; çünkü Batur’u okumak sadece kurgu dünyasında kaybolmak değil aynı zamanda hayata dokunmak hatta onun dokunuşunu takip etmek, edebiyata felsefeyle bakmak, bakış açısını genişletmek, tam da “dış dünya-düşünme-dil üçgeni” çerçevesinden yol almak gibi çeşitli nedenlerin kıskacına yakalanmamdandır.

Almanya’da hiç bulunmamış olmam onun, siyah sert BERLİN üçgenler kitabı‘na karşı olan ilgimi ciddi anlamda körükledi. siyah sert BERLİN, bir solukta okunacak bir kent kitabı değil, her sayfasında yaşanmışlığın imalarını tarihsel, siyasi, kültürel anlamda barındıran bir kitap. Böylece, Batur’un şehir bağlamında kendi iç dünyasını, Batur’un kendi sözcük oyunlarını yakalama yeri. Kitabı okurken yanınıza bir kaç kağıt alın, ilk kağıda bir ters üçgen çizin. Ve bu ters siyah üçgenler süregelsin. Bir siyahi tarihe gönderme olarak siyah ters üçgen… Üçgenin bir köşesine; şehir, şehir sevgisi, şehri bilmek, şehirde yaşamak, şehrin değişimlerine tanık olmak, şehrin tarihini sorgulamak gibi notlar alın. Diğer köşesine; Benjamin, Baudelaire, Tanpınar yazın, düşünce ve yazı insanlarının kendileri, şehirleri, şehir yazılarının izlerini sürün. En son köşe de, Batur’un kalemiyle nakşedilen Batur’u izlemek olsun. İşte! Bunları yapmadan bir solukta okudum, kentin izini sürdüm, diyemeyeceğiniz bir kitap bu.

İlk sayfada yer alan cümle beni günlerce oyaladı, “Hayat, seçilmiş ya da bize toslamış adreslerin arasında kıvrılarak çizer yolunu”. Bu cümlenin beni bu kadar düşündürmesi hiç istemediğim insanların o toslamışlıklarından kurtulma çabası verdiğimdendir belki de. Devamında tam da Tanpınar’dan bir çizgiyle ayrılan Haşim’e uzanır kalemi, eleştiri oklarının ulaştığı yere gönül rahatlığıyla kendi adını da -haksızlık etse de- yazar. “…bizim edebiyatımızda, ben dahil, ülke sınırlarının dışına yolcu çıkan hiç kimsede rastlamadığım, benzersiz bir özne merceği işler Haşim’de: Frankfurt Seyahatnamesi’nde, Paris ve İtalya yazılarında anonim gezmen perspektifine hiç kapılmaz o, nereye giderse gitsin bindiği trenler, oturduğu vagonlar, Haşim bir başına kendi vagonudur”. İlle de Berlin yazma düşüncesine kilitlenen Enis Batur’u nedir bu şehre çeken? Bölünmüşlüğün izlerindeki siyasi doku, insan, oraya ait nefes alışlar… Her okuyucu bunu kendince genişletebilir, derinleştirebilir. Batur, üçgenin bir köşesinde neden Berlin oldu diye sorar kendine. Berlin’i yazma serüveni onu, Mürekkep Zaman kitabında sigarayı bırakma serüveni kadar oyalamış olduğunu düşünürüm.

Yazının devamını okumak için tıklayın