Osman Hamdi Bey ve Müze (2. Bölüm) – Salime Kaman

Türkiye’nin sanatta batıya açılışının tarihi seyri içinde, kültür ve sanat adamı Osman Hamdi Bey’in gerçek çehresi, onun müzeciliği, arkeolojik kazıları, okullarda resim öğretmenliği, güzel sanatlar öğretimi yapan Sanayi-i Nefise Mektebi’ni kurup yönetmesi ve bu alanlara katkıları nedeniyle ‘OSMAN HAMDİ BEY  ve Müze’ inceleme yazımı Adabul okurları için paylaşmak isterim. Bu inceleme yazım uzun olduğu için 3 bölüm halinde paylaşacağım.. (Salime Kaman)

2- OSMAN HAMDİ BEY’DEN ÖNCE MÜZE

Türkiyede ilk müzenin temelini atan kişi Fethi Ahmed Paşa’dır. Avrupayı çok iyi tanıyan ve Tophane-i Amire Müşirliği’ne tayin olan Fethi Ahmed Paşa, Aya İrini kilisesi’nde antika eşya toplanmaya başlar. O dönemde cephanelik olarak kullanılan Aya İrini kilisesinde antika eşya toplanmaya başlanması İstanbul’da bir müzenin çekirdeğinin de oluşmasını sağlamıştır. 1910 yılında Türk müzesinin kuruluşu ile Servet-i Fünun Dergisi’nde Alman Arkeolog ve Berlin Müzeleri Müdürü Dr. Wiegnand ın kaleme aldığı yazıda, müzenin kuruluşuna Sultan Abdulmecid’in Yalova’ya yaptığı bir gezinin yol açtığı kaydedilmiştir.

Yazıda;” Sultan Abdülmecid, 1845 yılında, Yalova’ya bir gezi yapar. Gezi sırasında yerde dağınık vaziyette bulunan üzeri yazılı mermerlere rastlar. Yanındakilere bu yazıların ne olduğunu sorar. Görevliler, mermerlerin üzerindeki yazıların Latince olduğunu ve Kral Konstantin’in isminin de bulunduğunu söyler. Bunun üzerine tepki gösteren Padişah, “Böyle büyük bir hükümdarın namını taşıyan şeylerin yerde yatması doğru değildir” diyerek, mermerleri toplatıp İstanbul’a gönderir.”

 

O tarihte Tophane-i Amire Müşiri olan Damat Ahmed Fethi Paşa, bu taşları koruma altına alarak eskiden beri silah deposu olarak kullanılan Aya İrini’ye naklettirir. Böylece, Osmanlılarda ilk müzecilik ve müze çalışması başlamış olur. Bu olay, aynı zamanda, bir Osmanlı padişahının tarihe, tarihi şahsiyetlere ve eski eserlere ne denli önem verdiğini, saygı gösterdiğini göstermesi açsından son derecede önemli ve dikkat çekicidir.

 

Fethi Paşa’nın 1857 yılında ölümünden sonra eski eserlerin depolanmasına devam edilir. Bu tarihten itibaren Anadolu’daki eserlerin aranarak savaş gemileriyle İstanbul’a getirilmesine karar verilir. Devlet bir taraftan tarihi eserleri bir müzede toplamaya çalışırken, diğer taraftan da eski eserlerin yurt dışına çıkarılmasını önlemeye çalışır. Devlet adına yapılacak kazılardan elde edilecek eserlerle bir müze kurma fikri ilk defa 1868 tarihinde Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında ortaya atılmıştır. Aya İrini’de toplanan eserler, Tanzimat döneminin kültürlü devlet adamlarından,Sadrazam Ali Paşa’nın Maarif Nazırı olan Saffet Paşa tarafından 1869 tarihinde “Müze-i Hümayun” adı ile ziyarete açılmıştır. Müzeye ilk müdür olarak Galatasaray Sultanisi tarih öğretmenlerinden ingiliz E. Goold getirilir.

1868-1871 yılları arasına Maarif Nazırlığı yapan Saffet Paşa, bütün valilere bir genelge göndererek bölgelerindeki eserlere ve bu eserlerin önemine dikkat çekmiş ve bu eserlerin kırılmayacak şekilde ambalajlanarak İstanbul’daki müzeye gönderilmesini ister. Böylece eski eser toplama işi daha da hız kazanır. Goold müzedeki eski eser sayısını 160 çıkardığı gibi bir de müzenin Fransızca kısa bir kataloğunu hazırlatır.

Ali Paşa’dan sonra Sadrazam Mahmud Nedim Paşa döneminde 1871 yılında Müze-i Hümayun kapatır ve müze müdürü E. Goold da görevden alınır. Fakat çok geçmeden Ahmed Vefik Paşa’nın sadrazam olmasıyla Müze-i Hümayun tekrar açılır ve müdürlüğe 68 yaşında olan Avusturya Lisesi Müdürü Alman Dr. Philipp Anton Detheir getirilir.

İlk eski eserler (asâr-ı âtîka) nizamnamesinin ne zaman yayınlandığı tartışmalı da olsa 1872 yılında müze müdürlüğü görevine atanan Alman Dr. Anton Detheir döneminde 1874 yılında Asar-ı Atika Nizamnamesinin (Eski Eserler Tüzüğü) yayınlandığı ve Arkeloji okulunun açılmak istenmesi bu dönemdedir. Asar-ı Atika Nizamnamesi 4 fasıl ve 36 madden ibarettir. Bu tüzük eski eserleri koruyacak nitelikte değildir. Hatta tarihi eserlerin yurt dışına çıkarılmasında meşruluk kazandırmıştır. Tüzüğe göre, kazılarda çıkarılan eski eserlerin 1/3 I devlete, 1/3 kazı yapana, 1/3 I de arazi sahiplerine aitti. Yine tüzüğe göre, kazı yapan yabancılar paylarına düşeni ülke dışına çıkarabilirlerdi. Tüzük eski eser kaçakçılığını önleyemediği gibi, yurt dışına çıkışı meşrulaştırmıştır. Bu nedenle tüzükte yapılan yeni değişikliklerle, Osmanlı sınırları içinde yapılan kazılarda bulunan eserlerin 2/3 I devlete, 1/3 I de arazi sahibine ait olacaktır. Ancak bu tüzük değişikliği yürürlüğe konmamıştır.

İlk Osmanlı eski eserler nizamnamesinde; antikaların tarihi önemi olduğu, bu eserlerin değerlerini bilenler tarafından özel müzelerde saklandığı, Osmanlı topraklarında da bol miktarda eski eser bulunduğu ve bu eserlerin İstanbul’da kurulacak müzede korunması gerektiği ifade edilmektedir. Yine nizamnameye göre yerli ve yabancı, eski eser araştıracak olanlar resmi izin ile, araştıracakları ve çıkaracakları eserleri başka ülkelere taşımayıp, ülke içinde istediklerine yada hükümete satabilecekleri kararlaştırılır.

Müze Müdürü Dr.Detheir, bir taraftan çağdaş anlamda müzecilik için ilk adımları atarken, diğer taraftan da Osmanlı ülkesinden yurt dışına kaçırılan tarihi eserleri geri getirmek için mücadele etmiştir.

Detheir, eski eserlerle ilgili önemli çalışmalar yapmıştır. Onun çalışmaları sonucunda toplanan eski eserlerin sayısı 650’yi bulmuştu.

Müze için, Topkapı Sarayı civarında ayrılan mekanın eski eserlerin muhafaza ve sergilenmesi için uygun olmadığı ve burasının askerlerin silahlarının konulduğu oda olması nedeniyle Seraskerlik tarafından tahliyesi istenir. Bu nedenle eski eserlerin toplanıp sergileneceği yeni bir mekan olarak en uygun yerin Çinili Köşk olacağı düşünülür. Maarif Nazırı Cevdet Paşa’nın teklifiyle de Çinili Köşk’te bazı değişiklikler yapılarak müzeye dönüştürülmesine karar verilir. Çinili Köşk’teki onarım, değişiklik ve eski eserlerin taşınması 1880 yılına kadar sürer. 16 Ağustos 1881 tarihinde düzenlenen bir törenle Maarif Nazırı Münif Paşa, Çinili Köşk Müzesi’ni (bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni) açar. Münif Paşa’nın dönemin Milli eğitim bakanı sıfatıyla müze ve eski eserlere dair görüşlerini aksettiren aynı zamanda yabancıların eski eser kaçakçılığına da önemli parmak basan bu açılış konuşmasından bir bölümü şöyledir.“Diğer uyğar devletlerde olduğu gibi İstanbul’da da bir müzenin kurulması ilerlemekte olan memleketimizin emeli idi. ….padişahımız hazretlerinin, bir büyük eseri olarak bu noksanın tamamlanması hepimiz için bir sevinç kaynağı olmalıdır. Bu gibi müzelerin faydalarını burada yayıp açıklamaya lüzum yoktur. Gelip geçmiş kavimlerin medeniyet derecelerini ve bunların kademe kademe ilerlemesini gösterir.Bundan tarih, ili ve sanat yönünden pek çok faydalar elde edilir. Arkeoloji ilminin Avrupa medeniyetince büyük etkileri herkesin malumudur.”der ve devam eder.

Eskiden bizde eski eserlerin kıymeti pek bilinmezdi. Kıbrıs’ta bir Amerika konsolosu oradan bir müze dolduracak kadar sanat eserini çıkarıp götürdü. Halen Avrupa ve Amerika müzelerinde mevcut eski eserlerin çoğu memleketimiz eski eser mahsullerindendir. Şimdiye kadar Avrupalılar memleketimizin eski eserlerini türlü yollardan alıp zaptetmeye devam etmekte bunu da bizde buna meyil ve rağbet görülmemesinden dolayı yapmakta idiler…“gibi konuşma devam eder.

Müze eşyaları yeni binaya nakledilir ancak eserlerin tasnifi konusunda gerekli gayret ve dikkatin gösterilmediği, Dr. Detheir’in hiç bir bilimsel tasnife riayet etmediği ve müze eserlerini Çinili Köşk’e gelişi güzel doldurttuğu söylenir, daha doğrusu itham edilir.

Dr. Detheir ölümü üzerine yerine 1881 yılında Müze Müdürlüğüne Sadrazam Edhem Paşa’nın oğlu ressam Osman Hamdi Bey getirilir ve böylece Türk müzeciliğinde yeni bir dönem başlar. Bu görevi 1910 yılına kadar sürdüren Osman Hamdi Bey, aynı zamanda Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğünü de üstlenmiştir.