“Yol Kesekli de Olsa Yürümekten Vazgeçmek, Geri Dönmek Yok” – Aynur Kulak | Artful Living

Figen Şakacı ile geçtiğimiz günlerde okurla buluşan öykü kitabı Kesekli Tarla’yı odağımıza alarak, edebiyatın kendisini, insan ilişkilerini ve kadınların kesekli tarladaki var olma mücadelesini konuştuk.

Figen Şakacı, yeni öykü kitabı Kesekli Tarla ile çıkagelirken bizleri düşünmeye yönlendiren bir soruyu da yanında getirdi: “Tarla mı kesekli yoksa biz mi yürümeyi beceremedik?” Bizleri düşüncelere gark eden bu sorunun herkes için yanıtı parmak izlerimiz kadar birbirinden farklı! Figen Şakacı bu durumun farkında bir yazar olarak kesekli tarlalarda yürümeye çalışan fakat artık yorulmuş insanların öykülerini konu edindiği kitabı boyunca bir türlü verim alınamamış hayatlardan artan kalan, kurumaya yüz tutmuş duygu filizlerini yeşertmeye çalışıyor. Kesekli tarlalarımızda yeşermeye çalışan, büyümek isteyen filizlere şahitlik etmek isteyeceğinizden emin olarak Figen Şakacı ile sohbetimizi okumanız dileğiyle, buyurun lütfen.       

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunusunuz ve gazetecilik yapmaya başlayarak hayata atılıyorsunuz. Edebiyat ilk olarak ne zaman, neyin vesilesiyle el verdi size? Sizi etkileyen ilk okuduğunuz kitap neydi mesela? Sonra ne oldu da yazmaya başladınız? 

Masallarla büyümedim ben, hem okuyanım yoktu etrafımda hem de kitaplar… Daha çok Red KitTeksas falan… İlkokulda toplama kitaplarla oluşturulan bir kitaplıktan Şişkolar ve Sıskalar, Kemalettin Tuğcularla devam ettim. Ne zamanki ortaokula geçtim, Reşat Nuri külliyatına daldım, oradan şiire, oradan da ve özellikle evet çok erken bir zamanda Adalet Ağaoğlu’nun kitaplarıyla tanıştım, o zaman ben yazar olacağım dedim. Adalet Hanım’ın kitaplarındaki dil dünyası beni ağlatacak hatta ileri gidip ona mektup yazdıracak kadar çok etkilemişti. 10’lu yaşlarımda günlük tutmaya başladım, o gün bugündür de tutarım. Heves etmek Adalet Hanım sayesinde, yazmanın, yazar olmanın bitmeyecek bir serüven, bir yaşama yordamı olduğunu öğrenmemse Tomris Uyar’dan aldığım derslerin bana bellettiğidir. O derslerde o kadar güzel öyküler, romanlar okurduk ki, bu kadar büyük isimlerin dünyasında bana yer yok diye düşünmüşlüğüm, yine de gizli gizli yazmışlığım oldu. Bitirgen’i de zaten kimselere söylemeden yazdım, ne zaman ki yayımlanma aşamasına geçildi o zaman “edebiyat sahnesi” ne adım atmak demeyeyim de, yavaş yavaş adım duyulmaya başlandı. 

Bitirgen, Pala Hayriye, Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? Çocukluktan, ilk gençliğe, oradan hanımlığa doğru yol alınan büyümenin kadınlık evreleri, hâlleri söz konusu bu üç eserinizde; yani bir Figen Şakacı külliyatı söz konusu. Kesekli Tarla’da ise öykülerinizle karşımıza çıktınız. Öykülerinizi bir araya getirme fikri nasıl oluştu?  

Öyküleri kitap olsun diye yazmadım, birikince ve bütünü kendi başına bir gövde hâline gelince kitap oldu. Birkaçı dergilere verdiğim öykülerdi, diğerlerini de yeni romanıma geçmeden önce yıllar içinde yazdım. Diyeceğim bir oturuşta başladım ve bitti diyebileceğim bir kitap değil, zamanla demlenen ve demek bugünleri bekleyen öykülerden mülhem bir kitap Kesekli Tarla

Kesekli Tarla’yı ilk önce, biraz da yukarıdaki sorunun devamı niteliğinde, genel kapsayıcı bir bakışla ele alacağım. Bir çocuğun büyüme (Bitirgen), genç kız olma (Pala Hayriye), hanım olma (Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı?) evrelerini, hikâyelerini zaman, mekân, çevre etkisiyle ele alarak aktardınız. Fakat Kesekli Tarla’da öykü kitabı olmanın yapısı gereği belki de, olaylar karşısında insanlık hâllerini: düştüğü hâlleri, sıkıştığı hâlleri, çığlık attığı hâlleri, küfrettiği hâlleri, anladığı ama buna rağmen elinden bir şey gelmediği hâlleri anlatıyorsunuz. Hikâye tüm öykülerin bir araya gelmesiyle genişliyor sanki, kalabalıklaşıyor. Tek bir büyüme hikâyesinden çıkıp, çoklu büyüme hikâyesine geçmek bir eşik atlamayı da beraberinde getiriyor sanki Kesekli Tarla’da. Ne dersiniz?

Ergenliği tamamlanmamış, böyle giderse de hiç bitmeyecek bir memlekette, bağımsız birer birey olmayı, kendi olmayı önce kendinde hak görenlerin yaşam mücadelesi verdiği bir yerde elbette benim karakterlerim çığlık da atıyor, küfür de ediyor, isyan da… Bu kadar çok karaktere can verirken benim de canım çıkmadı değil. Ülke gündeminin omuzlarıma yüklediği acıdan, içimde öfkeyle patlayan maytaplardan başka bir kurtuluş yolu göremediğim için yazdıkça ruhumu sağaltmaya, ayakta ve hayatta kalmaya çalıştım. 

Yazının devamını okumak için tıklayın