Zamanını şaşıran mevsimin renklerine dair – Kudret Sönmez

Yazmak… Ağacın kurşunlu kömürüyle, kalemin doldurulmuş mürekkebiyle, tükenmezin tükeniriyle, fırçanın boyasıyla, klavyenin tuşuyla ve hayatın öbek öbek kabartılarıyla yazmak.

Okumak… Her ne şekilde olursa olsun değil… İçsel gözlerle görüşüp anlayarak, severek, inanarak, duygulanarak okumak…

Bazı zatlar, kişisel senaryolarının başrolünde kendini yıldız sanıp göktaşı olarak kayarken… Başkalarının sıraya girdiği edebiyat durağında sabırla bekleyen bilmem kaçıncı insan gibi durmak.

Öz kültürünün rahminde başlayan hayatının devamını, belki de sonunu, yüreği mahir bir kalemin yazdığı satırlarda bulmak.

Yazmak ve okumak… Bazı meseleleri bu iki eylemin arasında çözümleyip onarmak…

Vs. vs. vs.

Aslında benim şimdi yapmak istediğim, lafı fazla uzatmadan yazarak… “Mevsimsiz” bir kitabın sayfalarını geç vakitlere yaymadan sizlere anlatmak.

***

Emel Artan

Bebekliğinde, çocukluğunda, ilk gençlik yıllarında aile adı Sönmez’di Emel’in… Belki de, kendisinden sonra dünyaya gelecek 4 kardeşe ablalık yapmak üzere doğdu Kozan’ın kayalıklı eteklerinde. Karşısına çıkan ilk zemine yürek çiziğini Kozan’da atsa da, kara tahta ve tebeşir ilişkisinin lise sonuna kadar tozlanan kısmını Adana‘da tamamladı. Sonra, üniversite eğitimi almak için ayrıldı memleketinden. Ankara’ya gitti. Başkent’i bir süreliğine mesken edinip yüksek öğrenimini orada tamamladı ve İngilizce öğretmeni olmayı başardı.

ÇOK YÖNLÜ BİR HAYAT

Ömrünün baharına kadar ailecek sahip olduğu Sönmez soyadını, evlenince Artam’la değişen Emel, her daim hayatın yağız gerçeklerini parlak bir umut gibi çevresine yaymayı başardı… Tek evladı Güneş açtığındaysa, daha da ışıdı hayatı.

Ömrümün birçok evresinde okurken, yazarken ve resim çizerken görüp örnek aldığım Ablam Emel, en az annem kadar kültürümü besleyen bir örnek oldu bana… Neyse, iyi hoş da, şu an İstanbul’daki evinin bahçesinde yetiştirdiği canlı çiçeklerle soyut resimler yapan bizim kızın hayat hikâyesini uzatırsam, ne “Mevsimsiz”e yer kalacak burada, ne de benim bir daha görebileceğim başka bir mevsim olacak yarınlarda. İyisi mi, sözün t’özünü Ablam Emel Artam’a bırakayım. Haydi öyleyse, hep birlikte başlayalım okumaya, bakalım neler bulacağız aşağıdaki satırlarda? 

“Uzunca bir zaman yazmadım… 30 yıl öncesine kadar çalışmalarım olmuştu ama çeşitli nedenlerle yazmayı bırakmıştım… İngilizce öğretmeniyim… Gençlerle birlikte çalışmak çok mutlu etti beni… Güzel yıllardı… Severek yaptığım bir işti, öğrencilerimle olmak çok keyifliydi… Müthiş bir deneyim oldu… Bir de bahçem vardı ki; çiçek böcek, ağaç toprak, öylesine yaşayıp gidiyordum… Yeni bir şeyler yazmayı çok uzaklarda bırakmıştım.

Sevdiğim bir arkadaşım vardı. Çok yakın olduğum biriydi. Tanıdığım en çalışkan insanlardandı… Kadıköy’de Barış Manço Kültür Merkezi’nde bir atölyeye katılmış boş kalmamak adına… Beni zorla götürdü… Ünlü bir senarist Mehmet Aydın… Konu verip, kısa öyküler yazdırıyordu… İlk zamanlar laf olsun diye giderken, çalışmaları ciddiye aldığımı fark ettim… Öğrencilik yıllarımda, Ankara’da ilk yazdıklarımı Attila İlhan’a götürürdüm… Bilgi Yayınevi’ni yönettiği günlerdi… Çok işlek ve akıcı bir dilim olduğunu söylerdi… Sanırım treni ilk o zaman kaçırdım…

Atölye çalışmalarına gelince, pandemi nedeniyle dersler bitti… Ben de bu arada eski çalışmalarımı gözden geçirmeye başlamıştım… ‘Mevsimsiz’ çok özel bir çalışmamdı… İlk baştaki adı ‘Pamuk Tarlası’ idi… Doğduğum yerde, Kozan’da geçiyordu öykü… 60’lı yılların başında… O yılların Kozan’ı ve Adana’sından aklımda kalanlarla oluşturulmuş bir kurgusu vardı… Kurgunun merkezinde 4-5 yaşlarında bir kız çocuğu vardı… Köy romanı değildi.”

Doğru, ablamın dediği gibi bir köy romanı, öyküsü değildir “Mevsimsiz”… Sadece, ömrü ve hayalleri sıkılmış rengârenk bir yüreğin kendini ve kentini arayan hayat suyudur.