‘Hayatım Soundgarden, Pearl Jam ve Alice In Chains Üçlüsüyle Geçti’

Koray Candemir’le yeni şarkısı Son’u yayınlaması vesilesiyle Arnavutköy’de buluştuk. Son zamanlarda iyice popülerleşen Arnavutköy’ün bir başka yeni incisi Luzia, Koray’ın da birçok anısının olduğu bir mekan. Sokağa doğru bakan masalardan birinde otururken “Burası Eylül değil miydi” diyor Koray. 

Arnavutköy’ün canlı müzik açısından efsane olan mekanlarından birinin, Eylül’ün yerine açıldı Luzia. Şimdilerde görüntü olarak eskisiyle pek de alakası olmayan bu binada Koray Candemir’de uzun bir süre sahne almış. Tesadüfen tam da yan masamızda oturan, Eylül’ün yaratıcısı, mahallemizin güler yüzlü hanımefendisi Ayten fark ediyor bizi o esnada. Koray’la eski bir dost edasıyla selamlaşırken; “Onlar sahne aldığında kızlar burada kuyruk yapardı” diyor kahkahayla.

“O yıllarda hayranlık şimdiki gibi değildi” diye anlatmaya başlıyor Koray. “Biraz gizem ve mesafe vardı. Yolda müzisyen görünce çığlık atanların hala olduğu yıllardı. Şimdi yok bunlar” diyor. Koray’la, Ortaköy’ün ve Beyoğlu’nun eski, bir süre yaşadığı Seattle’ınsa yeni günlerini, abisinin ona getirdiği Iron Maiden ve Metallica plaklarını, Bostancı Gösteri Merkezi’nde Sezen Aksu ve Orhan Gencebay’ın karşısında şarkı söylediği anı ve daha birçok şeyi konuştuk.

Her ne kadar Kadıköylü olsan da, Beyoğlu’yla da çok özdeşlemiş bir müzisyensin. Röportaj için nerede buluşacağımıza karar vermeye çalışırken “Cihangir’de olmasın” dedin. Sıkıldın mı oralardan biraz?

Çocukluğumdan bu yana Kadıköylüyüm aslında. Ama uzun zamanlar boyunca Cihangir’de vakit geçirdim. Hala da geçiriyorum. Orada yapmayalım dememin sebebi çok kalabalık olması. Tanıdık görüyorsun, bayramlaşmaya dönüyor. (Gülüyor) Ayrıca bu tarafı da çok severim. Bu civarda Baltalimanı ve Ulus’ta beş yıl yaşamıştım.

Alper Bahçekapılı ve Koray Candemir ©Nazlı Erdemirel

Klişe olacak elbette ama eski havası hiç yok Beyoğlu’nun. Mesela sen de Hayal Kahvesi’ndeki düzenli programlarını yapmıyorsun artık. Gece hayatından gündelik yaşama, müzisyenden ziyade bir dinleyici olarak düşündüğünde sana göre nasıl bir değişim oldu Beyoğlu’nda? 

Hayal Kahvesi’nden öte tüm Beyoğlu değişti elbette. Eskiden gece hayatının merkezi Sıraselviler’in üst taraflarıydı. Oradan yavaş yavaş içeriye (İstiklal Caddesi’ni kastediyor) doğru kaçmaya başladı. Bir dönem o ara sokakların hepsi ayrı ayrı yaşıyordu. Sonra Asmalımescit’e kaydı. Ama en sonunda orası da kayboldu. Önceleri İstiklal Caddesi yemyeşil ağaçların ve rengarenk bir insan trafiğinin olduğu bir yerdi. Şimdi kupkuru beton oldu. Cuma akşamı bile saat birde insanlar gidiyor. İğne atsan yere düşmezdi zamanında. Hem yönetimle, hem de son zamanlarda olanlarla alakalı tabii bunlar.

Türkçe sözlü, batı temelli rock müziğinin yeniden yükselişe geçtiği 90’lı yıllarda nasıldı oralar? 90’ların ortasında siz Kargo’yla popülerken, Sıraselviler de hala gözde, hatta doruktaydı.

Roxy, Kemancı, Barfly. Her akşam canlı müzik vardı oralarda. Kapılarda kuyruklar olurdu. Benden eski jenerasyon da gayet iyi bilir. Bizim de enerjimiz çok yüksekti. Haftanın dört beş günü dışarıdaydık. İşlerimiz de çok yoğundu. Ama ortamda bugüne oranla daha az insan vardı aslında. Hep aynı insanları görürdün ve onlarla eğlenirdin. Arada turistler otobüsle gelirlerdi Kemancı’ya. Bir anda ortam değişirdi.

Sizinle aynı dönemde o piyasada bulunan müzisyenlerle iletişiminiz nasıldı? Paylaşımlarınız ne düzeydeydi?

Birbirimizle muhabbetimiz çoktu elbette. Rock’n roll’da savaş durumu yoktur, bilirsin. Herkes birbirini destekliyordu. Ama müzikal olarak şöyle bir durum vardı. Biz rock’n roll ortamına düştüğümüze arada kalan bir gruptuk. Pop tarafı bizimle pek iletişim kurmuyordu, onlara ait değildik. O zamanki rock dünyası da daha metal dinleyen, Akmar (Pasajı) ekolü denilebilecek, kapalı devre bir zihniyetteydi. Onlar da bizi pek kabul etmediler. Çünkü popüler kültürün içerisinde yer alıyor görünüyorduk. Bu arada kalmışlık sebebiyle bir ceviz kabuğunun içine kapanmış beş adama dönüştük biraz.

Kargo’yla birlikteliğinin temeli Ortaköy’e kadar uzanıyor. Oradaki mekanlarda başlıyorsunuz üretiminize. Sence Ortaköy’ün Türkiye’deki rock ve gitar müziğine nasıl bir etkisi oldu?

Ortaköy’ün rock müziğe etkisi hayli yüksek aslında. Canlı müziğin çok önemli olduğu bir yerdi. Sonradan baktığında mekanlar ufacık kafeler gibi görünüyor ama o zamanlar çok değerliydi. Biraz ‘teenage’ bir eğlence ortamı vardı ama herkes de çok özgür ruhluydu. Flatline’ın, Sis Bar’ın olduğu mekanların önünde ufak bir festival havası yaşanıyordu. Hem grunge hem de glam aynı anda var oluyordu.

Tam da o yıllarda Türkiye’de gitar temelli müziğin eğilimi özgünlükten ziyade cover’lara doğruydu. Kendi şarkını çalmaktansa, Nirvana çalmak daha havalı değerlendirilirdi. Türkçe sözlü rock müzik tabiri caizse biraz hor görülürdü. Böyle bir dönemde siz kendi şarkılarınıza nasıl yöneldiniz?

İşte bence o algıda bir kırılma yarattık biz. O zaman çıkan birkaç grupla birlikte, “Bu müzik Türkçe sözle de yapılabiliyormuş” dedirttik. Ne yaptığımızın, etkimizin farkına varınca her şey daha da oturdu. İngilizce şarkı söylemekten tamamen kaçındık. Sahnede sadece Türkçe şarkılar, arada da Türkçe cover’lara yer vermeye başladık.