Sıkıntının Felsefesi – Emre Toğrul

Yıllardır her gün sabah işime geldiğimde,
Sıkıntılı insanlar bekler beni, ve konuşuruz.
Korku, endişe, güvensizlik ve sızı içinde,
Yorgun, yılgın, bitkin ve kırılmış insanlarla.
Hastalık bu, tabii ki güle oynaya olmaz,
Anamnez dediğimiz hikayelerini anlatırken,
Sıkıntısı yüzüne yansımış mimikli, vücut dilli,
Bakışı, duruşu sıkkın, ifadesi bıkkın insanlarla,
Otuz yıldan fazla oldu muhabbetim.
Sıkıntılı insanın felsefesini, etik ve ahlakını,
Fenomenolojik olarak sıkıntıyı içselleştirdim artık.
Mesleğimin en kritik ve meşakkatli yanıdır bu.
Sıkıntılı insan.
O deli, o ağır sıkıntıya çözümseverlik koltuğunda,
Geçen bunca yılda öğrendiğim en önemli ders,
Sıkıntının bir anlam sorunu olduğudur.
Kesinlikle zamana bağlı bir anlam sorunu,
Uzaklaşma ve yabancılaşmayı barındıran,
Bir öz kararlılık eksikliğidir sıkıntı, ama hep vardır.
Otuz yıldan fazladır hergün sıkıntıya uyanırım.

∞÷∞÷∞÷∞

Bir kısım ‘ sıkıntı tüm kötülüklerin kaynağı ‘der.
Onu bağımlılıklarla, huyla, davranış bozukluklarıyla,
Hatta yetersizlikle bağdaştırır.
Oysa bir anlam sorunudur sıkıntı, Bir başına,
Ne melankolinin cazibesi vardır,
Ne depresyonun ciddiyeti,
Nihilistik bir filozof misali,
Düşünmenin girdabında atar insanı,
Çık çıkabilirsen.
Her sabah işime geldiğimde, her sabah
Sıkıntısına çare arayanlar bekler beni.
Edilgen, etkin bazen de başkaldırı halinde,
Kaçınılmaz ve bazen tehdit edici sıkıntı içinde,
İnsanlara yardımla başlar her günüm.
Otuz yıldan fazladır hergün sıkıntıya uyanırım.

∞÷∞÷∞÷∞

Her insan sıkılır, bu girdaba düşer mutlak,
Ama ben sıkılanın konukseverliğiyle öğrendim,
Bunun bir zaman ve mekan sorunu olduğunu.
Bir hekim bekleme salonundaki sıkıntıdan.
Zaten kısıtlı ve sınırlı bir sürede yaşadığımızdan,
Zamanı geçirmenin ya da geçirememenin çıktısıdır.
Aynı koridorda bekleyenlerden öğrendim ben,
Sıkıntının başka kimseyle alakası olmadığını,
Sadece kendi varoluşundaki bıkkınlık olduğunu,
İnsanın kendi zamanının ölümü karşısında hissettiği,
‘Horror vacui’, bir dehşet ürpermesi sıkıntı.
Öyle ya; hep aynı dönen akrep ve yelkovan varken,
Zamanın temposunu ayarlayamamak bu sıkıntı.
Anladım ki sıkıntı, birşeylerin kendi zamanları ile,
Bizim onlarla karşılaştığımız zaman arasındaki,
Derin dengesizlikten doğan bir yanılsamaymış.
Otuz yıldan fazladır bu tempo sorununa uyanırım…

∞÷∞÷∞÷∞

Ama sıkılmanın birde ahlakı var, etik sorunu.
Zira insanın, en insansal hasleti olan bu problemin,
Kendi dışında çözümü olmaması bu etiği yaratır.
Belki sıkıntının fenomenolojisini anlamaktır,
Kendi mevcudiyetimizi anlamanın en ahlaklı yolu.
Biz yaptığımız herşeyin toplamı olduğumuza göre,
Bu aşamalar tatmin edici bir süre olarak işlediğinde,
Kendimizle yaşayabileceğimiz bir zaman dilimi buluyor,
Dış koşullardan bağımsız olduğunu anlıyoruz sıkılmanın.
Mesleğim icabı, hastalığın sıkıntısına su serperken,
Farkettiğim en önemli ayrıntı işte bu sıkıntı etiği.
Yani Nietzche’nin deyimiyle;
Sıkıntıya karşı siper almışların, kendine siper alıp,
Yalnızlık yetilerini kaybedip, çareyi dışlarında aramaları.
Son otuz yıldır, aynasını kaybetmişlerle başlarım güne.

∞÷∞÷∞÷∞

Velhasıl kelam, bir basit çıktısı ola ki,
Helal edin bana göz hakkınızı bugün.
Yani sizi daha az sıkacak bir anlatımla,
Deyivereyim ki zaman tempomuz birleşsin dostlar.
Sıkıntı bize rahatsızlık veren bir yaşam ödevi,
Kundera’ya göre yaşamın başka yerde olmadığını,
Bizzat kendimizden fışkırdığını hatırlatan bir ödev.
İyi bir yaşam vaadi ancak sıkıntıyı yaşamak,
Ama ondan kendi gayret ve irademizle çıkmakla olur.
Sıkıntının ahlakındaki sınır çizgisi,
Onun ne parmak şıklatmasıyla geçmeyeceğiyle,
Ona mahkum olmadığımız arasında çizilmiştir.
Kendi sıkıntımızdan kaçmak onu güçlendirir,
Yüzleşip, nedeni aramaksa bizi.
Tek ihtiyacımız, bize bu yolda ayna olabilecek,
Belki hergün gördüğümüz bir dost,
Belki sıkıntımızın erbabı bir eren,
Belki hiç görünmeyen bir bilendir.
Otuz yılı geçti, hergün sıkıntıya bakarım ben…