Sorumluluk Bilincinin İnce Ayrıntıları – Emre Toğrul

Emre Toğrul

‘Dünyada hiçbir çıkar’, der Markus A. Antonius
‘Kendimize olan saygımızı kaybetmeye değmez’.
Bir İmparator diyor bunu, 60 yıllık ömrünün sonunda.
Sorumluluk, çıkar ve vicdan çatışmasıyla geçen ömrün,
Er ya da geç, her insana öğrettiği, en büyük ders.
İnsanı, diğer canlılardan ayıran sorumluluk bilinci,
Akl-u hikmetiden gelen öyle bir vazife şuurudur ki,
İçgüdü ve doğa yönlendirmesiyle yapılanın ötesinde,
İnsanlık değeri denen, bir anlam katar yaşamlarımıza.
Yani kendi davranışlarımız ve evrensel olarak malolan,
Kendi yetki alanımıza giren her olay ya da işin,
Sürecini ve sonucunu üstlenmemizdir sorumluluk.
Yüklendiği işlerin hesabına çekilme yükümlülüğü,
Aslında sırtta bir yük değil bir yüceliştir, özgürlüktür.
Çünkü burada hesaba çekildiğimiz yer vicdanımız.
Adil, eşitliğe özgürlüğe düşkün bir hakimdir vicdan,
Aklın ve mantığın yolunda bir savcıdır aslında vicdan.
İyilik, doğruluk, güzellik arar vicdanın jüri üyeleri.
Sorumluluk bilinci ile yapılan iyi iş ve vazife ise,
İmparator Antonius’un dediğini ters çevirip söylersek,
Kendimize olan saygımızın en başlıca bileşenidir.

∞Ω∞

Rahmetli Sinan Ağabey uzun yazmama kızar,
‘Oğlum, anneannem okuyamıyor yazıları’ derdi.
Diyeceksiniz ki, pazar Pazar, öyle bir başladın ki,
Yani daha ilk paragraftan bitap düştük, perişanız.
Ama hangimizin çevresinde bir sorumsuz ağı yok ki,
Aile içinde, iş yerinde, dostlar arasında, cemiyetlerde,
Canlı olarak, vatandaş, kul, insan olarak milyonlarca.
Yaptığı işi hakkaniyetiyle yapmak bir yana dursun,
Vazife bilincini vicdan terazisinde değmeden tartanlardan,
Ben ve öteki ikilemiyle kaçan kurnaz demogoglardan,
Sorumluluğu gelişiyle başkasına tevdi edebilen utanmazlardan,
Görev tanımını kendi ayarına bağlayan cambazlardan,
Bıktı usandı bu insanlık artık, yeter gayri.
Vallahi; hırsızı, arsızı, vefasızı, kahpeyi, ahlaksızı tanımlarken,
Antonius’un zikrettiği çıkar ve özsaygı paradoksuna oturtup,
En azından eksik insan onuru ve öz saygısına bağlayabiliyorum.
Ama bu sorumluluk kemirgenlerini, psödo gurur maskeli,
Nalıncı keserli, diğer akılları görmezden gelme küstahı,
Her an şekil değiştirebilen bu insan grubunu anlayamıyorum.
Neyi mi anlayamıyorum?
Bir insanın vazifesini ve sorumluluğunu yerine getirirken,
Eksik yapma, kötüye kullanma ya da kaçma eyleminden sonra,
Mutlak olan vicdanında, nasıl hesap kesebildiğini,
Ve nasıl o onursuz ve özsaygısız iklimde,
Fizyolojik olarak yaşayabildiğini anlayamıyorum dostlar.

∞Ω∞

Bugün yazıyı Sinan ağabeyle yazdık, hep gözümün önünde.
Yıllarca tüm zorluklara rağmen,
Gazetedeki sorumluluğunu, o ağır sorumluluğunu,
Hiçbir zaman aksatmamış ve hep bölgenin yararına kullanmış.
Güzel ki, aynı sorumluluk bilinci değişmeden devam ediyor.
O güzel insan nükteyle takılırdı bana:
‘’ Bağla artık hoca’; ‘ bağlayalım o zaman güzel ağabeyim’.
Sorumluluk denince aklımıza ilk gelenler,
Aile, işyeri, vatandaşlık insanlık kavramlarındaki sorumluluk.
Ama tüm bunlardan soyutlanamayan kendine karşı olan,
Kendi olabilmesi, yaşamını değerli kılabilmesi sorumluluğu,
Öz saygısını sürekli canlı tutabilmesi öncelikle gereklidir.
Bu, diğer görev ve sorumlulukların biçimselliğinden farklı,
Öğrenememiş olmanın bedeli İÇSEL YALNIZLIK kavramdır.
Platon’un dediği gibi, ‘kendini yönet ki dünyayı yönetesin’.
Kendini bilen ve sorumluluğunu alan bu özel insanlar,
Biz bugünün yaşamı içindeki sorumlulukta kaybolmuşken,
Bunu sadece küçük bir başlangıç olarak görüp; asıl anlamı,
Saygı kaynağı o sorumluluk erdemini, sonsuzlukta arar.
Ulu önder Atatürk, ‘Sorumluluk yükü herşeyden ağırdır,
Ölümden bile’ derken tam olarak kastettiği budur.
Marcus Aurelius Antonius’un, filozof bir imparatorun,
Onca yaşam kazanımına rağmen zirve olarak gösterdiği özsaygı,
İnsanın önce kendinden başlayıp, sonra kendi dışına,
Ve en sonunda sonsuzluğa devşirebileceği o sorumluluktur.